Su ve Sevda - Papatyam Forum

Papatyam Forum

Go Back   Papatyam Forum > ..::.ÖYKÜLER & HİKAYELER.::. > Deneme & Düz Yazılar

Deneme & Düz Yazılar Bu Bölümde Türk ve Dünya Edebiyatından Deneme ve Düz Yazılara Yer Verebilir, Yorum Yapabilirsiniz...

Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Alt 04 July 2006, 20:21   Mesaj No:1

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Su ve Sevda

Su ve Sevda

Su ve Sevda

Mavi bir bulut, gökyüzünü sarmalayan.
Karanlık, yer küreyi bağrında barındıran.
Bunlar bir yürek rengi mi? Bunlar bir su, bir sevda mı? Beyaz içinde beyaza inat, gökler yere...
Onca sevda, onca yürek ve bir damla su. Çok taze bir yürek ama çok mu bayat, bir damla su?

Deli bir cesaret, sanki ince bir şimşek; suyu arşınlayan
Bildim, dedi su, sen sevdasın beni saran. Seni saklamak için ya da, serinletmek için yaratıldım. Varlığımla varlığını var kılmak için varlığım ve var kılmak için varlığını yürek boşluğundan düşeceğim. Yüreğin hariç bütün boşluklarını doldurmak için varlığım, dedi su. Yaşamak istediğini sihirli küremde görmen için varlığım ama, yaşamaya kıyamayacağın bir damlayım. Çünkü sen yaşarsan beni, biter benim senle varlığım. Sen ateşisin, aşksın bense bir damla su. Ben başka bir su olurum, sen bende yok olursan. Bende seni öldürme ki, senle yaşamın anlamını tadayım. Yüreğim yüreğin ama bana dokunma sakın, diyen su, devam etti:
Sen incecik bir aşk dalgası enerjin derin, ben bir damla su enerjim serin... Ben hakirim sen ise asil.Görülmüşümüdür ki asilin hakirde yok olduğu; yeniden var olmak için..? Senden önce var olmam üstünlüğümden değil, sana olan sevdamdandır. Ben bile ne kadar beklediğimden bihaber bazen deliler gibi dövdüm kıyıları, bazen en yüce dağın yamaçlarından şarıldadım. Senin için hayat verdim tüm senden öncekilere. Sakın beni onların yanında mahcup etme, bundan sakın. Belki bir damlayım ama köküm çok derin ve bir o kadar da haşin...

Anladı su, sevdayla yol uzun koytu bir gece, güneşi doğmayan. Tek kişilik bir sevda, bir ömürlük su. İki harf bir hece, bir kelime ve bir cümle, su. Sevda, beş harf iki hece ve bir cümle. Değil mi ki, yaratılışın özü bir damla... Bitmeyen ve bitmeyecek olan derin bir muamma, sevda için. Sevda, bu derin muammayı titreten bir garip ve tek öcü..!

Sevdanın soruları çoktu. Ama suyun cevabını kimse okuyamadı. Bir kordu sevda yazın en sıcak yerinden sıcak. Su çok serindi bu koru asla soğutamayacak! Büzülmüştü suyun özü hidrojen ve oksijen ve bunların bağı. Bir garip denklemdi bu sevda. Belki de birinci derece ama, çözülemeyen... Sanki sağlaması tutmayan bir çarpma gibi su ve sevda. Su, okyanusları taşıran bir yolcu, atını hoyratça mahmuzlayan sevda...

Sevda, suya baktı. Su gözlerini kendine çevirdi. Sen, dedi sevda, her an yüreğimden gözüme çıkıp, çok defa çıktığın yere iniyorsun bazen de, boşluğa düşüyorsun ta derinlerdeki özünle buluşmak için. Ben senle arınmak istiyorum sen, hakirim diyorsun. Bu nasıl hakirlik ki, yüreğimde kaynıyorsun. Seni akıtmak değil maksadım, sana karışmak, senle akmaktır özlemim. İnerken buluttan ya da, yükselirken buluta okyanustan; gözlerim erir buğudan. Buğu senden, sen buğudan. Ne yana baksam senden. Ben bile... Ama sen seni ayrı tutuyorsun benden...

Tuttu sevdanın elinden su yükseldi yükseleceği kadar.
Arınsın ruhun, yuyunsun yüreğin beyaz bulutlar bize döşek...
Ben sana yeterim de, sen sana yeter misin, dedi su.
Ağladı sevda.
Delindi beyaz döşek.
Delindi yüreği sevdanın su ile...
Her damla bir katre olup indi yere...
Ağladı sevda, sevda oldu su.
Ben sevdayım, dedi, suya; sana yettiğim kadar kendime de yeterim.
Su sustu. Sen dur, dedi su, ben düşerim beyaz döşekten. Düşmek benim hakkım, düşüşüme sevdalanmakta senin...
Su sustu. Sevdası artmıştı suya sevdanın. Su susmuştu, susmuştu tüm sema. İnmişti beyaz döşek tahtından, yeşil dağların yamaçlarına. Köle olmayın diye; eğilmişti huzurda başı değmişti ayak uçlarına. Taşınmıştı üzerinde bir sevda ve bir su; mütevazı toprağın sathına... Anladı su, anladı sevda; kimse artık ölmeyecek.

Suya tekrar seslendi sevda: Kendime kul etme beni, efendim ol, sultanım ol. Senin ellerin tarasın altın perçemimi, ellerim saçlarının gecesinde kaybolsun. Sen su isen kime ne zararın var? Hem aşksın hem aşık olunansın. Sen dervişin keşkülünün vaz geçilmezi; ben, dervişin gözlerinin rengiyim. Derviş bir yudum su; ben dervişin ufkunda...

Sevdayım, dedi ben, sevda. Değil mi ki suya ulaşmaktır çabam. Su da bunun farkında. Bana bakınca su titriyor ya! Bu yeter de artar bana! Ama su, büzüldükçe büzüldü, daraldı açıları kollarının. Sevdaysa bundan habersiz indikçe indi. Su bir genişleye bilseydi o zaman yok olacaktı sevda; sevda yine bundan habersiz indikçe indi. Yaşatmak için büzülen su, ölmek için bekleyen sevda...

Uzun upuzun bir gece. Yıldızlar küme küme, ay solgun düşmüş bir denize. Ölümcül bir sevda, hayat dolu su. Sarıldı kollarına son defa suyun sevda. Hadi son defa “gül” “gül”, dedi bana. Sadakan olsun, senden sadaka kalsın gülmek bana...Sıkıştı sıkıştı ve canhıraş şekilde silkindi ve bir daha benim üzerime bu kadar düşme, dedi su. Aydınlandı sevda. Tebessüm etti su. Sevda tekrar etti içinden: Bir daha benim üzerime bu kadar düşme. Tebessümü yayıldı suyun dalga dalga sevdanın tüm kıyılarına. Artık her yer su, her kıyı sevda...

Su tebessüm etti, sevda gülümsedi, açıldı siyah güller.
Su tebessüm etti, sevda gülümsedi, Babilin köleleri nice asma bahçeler diker.
Su tebessüm etti, sevda gülümsedi, kararlılığa yenildi en kuvvetli surlar.
Su serinlik, sevda ateş. Su sevda kadar yakıcı, sevda su kadar serinlik.
Su anlattı masalını sevdaya serin bir gecenin koynunda... Sıcacık bir sabahta sevda da öykülerini anlattı.
Su “yetemem” dedi.
O zaman yandı tüm kainat giydirilen saydam gömlekler de... Sen yetemezsen ne karanlığı yaran kervanlar ne, kervanları yaran eşkıyalar ne de, eşkıyanın köpekleri yeter, dedi sevda
Su sustu, eğildi sevdanın başı öne.

Su bir kadın. Kadın bir çocuk.
Sevda bir çocuk. Çocuk büyük bir boşluk.
Su olgun. Sevda yetişilemeyen bir çocuk.
Su bildi sevdayı ta baştan bildiği gibi. Sevda su istedi ta baştaki gibi.
Daldırdı ellerini arındı sevda. Su da sevdadan arındı.
Su uyudu, sevda uyudu.

Ve uyandı su, hiç uyumamak üzere, sevdanın rüyasına. Sevda bir ten kokusunda uyandı uyumamak üzere. İbrahimi yakamayan ateşler vardı yüreğinde. Suya döndü ve su dedi, sevda. Bir yudum su!
O gece sevdanın çöllerine umulmadık bir yağmur indi. Ve yağmur o geceki gibi şiddetli, uzun soluklu ve o kadar karanlıkta yağmamıştı. Sanki gecenin aydınlığından sakladığı vardı.
Sevdanın gözleri suyun kollarına dolandı.
Suyun kolları sevdanın yüreğine.
Su için sevda, sevda için su bu kadardı...

14/06/06/ Kütahya







Dr.Hamza Yasar OCAK
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla
Alt 04 July 2006, 22:50   Mesaj No:2

igzuma

Papatyam Kıdemli Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:igzuma isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 778
Üyelik T.: 16 March 2006
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:Kastamonu
Mesaj: 505
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Su ve Sevda

[size=18px] Ihlamur Agaci [/size]

Yasli ihlamur agacinin çiçeklerinin kokusu dalga dalga her tarafa yayiliyordu. Yeni biçilmis ot kokusu ile safa çiçeklerinin kokusunu bastiriyordu. Ermis insanlarin dünyasini aydinlattigi gibi, ayisigi geceyi aydinlatiyordu. O gün, gün boyu çalismis, yorulmustu. Islerini tez elden bitirip; kendini yataga birakmisti.
…
Genis bir bahçe, bahçenin ortasinda saray yavrusu bir ev, renge renk çiçekler vardi etrafinda. Günes en güzel endamiyla parliyordu. Daglarin beyaz gelinligi hala üzerindeydi. Dere cosarak akiyordu. Igdelerin eteklerinde mor sümbüller, nergisler boy sürmüslerdi. Ihlamur agacinin çiçeklerinin kokusu, diger bütün çiçek kokularini bastiriyordu. Basindan asagi salinan üzerinde bögürtlen motifleri bulunan beyaz bir yazma gögüslerine dogru inmisti. Görünürlerde kimseler yoktu. Huzur ve esenlik içinden türküler, sarkilar söylemek geliyordu. Azerbaycanli sair Mikail Müsik’in ‘Yene O bag Olaydi’ siiri kiraz dudaklarindan tane tane dökülüyordu.

Yene o bag olaydi yene yigisarak siz,
O, baga köçeydiniz.
Biz de muradimizca felekten kam alaydik,
Size konsu olaydik.
Yine o bag olaydi, seni tez-tez göreydim,
Kaleme söz vereydim.
Her gün yeni bir nagme, her gün yeni bir ilham…
Yazaydim seher ahsam
Arzuya bah, sevgilim, tellerinden ince mi?
Söyle üregince mi?
Endamini hevesle kucaklarken dalgalar,
Kalbinde kasirgalar,
Firtinalar cosaydi, kiskançlar dogaydi,
Meni hirsim bogaydi.
…
Yani basinda, bir ses duyunca duraladi. Korkar gibi oldu. Sesin geldigi yöne döndü bakti. Genç, yahsi biri vardi. Onu görünce yüregine ilik bir seyler akar gibi oldu. Gözleri karardi. Yeniden bakti. Genç adam kendinin kaldigi yerden devam etti.
…
Cumup alaydim seni dalgalarin elinden,
Yapisaydim belinden,
Heyalimiz üzeydi sevda denizlerinde,
Lepeler üzerinde
Ilhaminin yelkeni zerrin saçin olaydi,
Sular hirçin olaydi.
…
Nasil oldugunu anlamamadan Almila da onunla birlikte söylemeye basladi. Utanmisti lale gibi ama birlikte söyledikçe açilmis, genç adam elinden tutmus, yüregi bir hos olmustu.
…
Bu ne gözel seirdir, bu ne gözel menzere,
Gelin bahin Hezere,
Çihalim Buzovna’da kiçik kayaliklara,
Seyr edelim bir ara…
Geceler sayrasirken ulduzlar lale kimi,
Cilenip dagilirken etrafa damla-damla,
En yahin bir adamla…
…
Anasi kendini çagiriyordu. Gözlerini ovalayarak açti. Etrafina bakindi. Rüya gördügünü anladi. Adamin adini soracakti. Kimdi, bilemedi. Safak sökmek üzereydi.
“Ya ana çagirmasan olmaz miydi?” dedi sitemle, insan rüyanin en güzel yerinde uyandirilir miydi?
“Kizim nerdeyse gün dogacak! Daha yapacak bir hayli isimiz var.”
“Ya ana, rüya görüyordum. En güzel yerinde uyandirdin.”
“Kizim simdi rüya zamani mi?” diyerek, o isleri için alt kata inmisti. Gün boyu, rüyanin etkisinden kurtulamadi. Düsündü durdu. Bir firsatini bulup arkadasindan rüya tabirleri adli kitaba bakti. ‘Ihlamur: Rüyada görülen ihlamur agaci; orta yasli, sevecen, yumusak huylu bir kimseyi simgeler. Ihlamurun çiçekleri ise sevinçli bir haberin gelecegini müjdeler. Bazen de hastaliga, sifa bulmaya, bolluga veya misafirin gelecegine yorumlanir Rahat hayat sürmeye ve kazançli islere girmeye, ihlamur içmek; hasta dostlarinizi ziyaret ederek onlari mutlu etmeye, ihlamur agaci görmek; kazançli bir ise girmeye isarettir’ diyordu. Bir misafir mi gelecekti? Aradan iki gün geçmisti. O gün anasi :
“Kizim çok uzaklardan konugumuz olacak. Eve, etrafa ve kendine söyle bir çeki düzen ver” demisti. Anasi da genç bir kiz gibi gün boyu kosturup durmustu. Birkaç defa sormasina ragmen, anasindan gelecek konuk hakkinda, agzindan bir çift laf alamamisti. Rüyasini hatirladikça içini bir merak kapliyordu. O kadar çalismasina ragmen; yorgunlugunu bile hatirlamiyordu. Günes batmis, aksamin karanligi çoktan basmisti. Babasi genç konukla birlikte gelmisti. Onlar salona geçerlerken, sadece “Hos geldiniz, efendim” demekten öteye geçememisti. Onlara sini üzerinde sofra kurarken; konukla göz göze geldiginde, yüregi yerinden firlayacakmis gibi atiyordu. Yüreginin atisi duyulur diye utaniyordu. Yemek boyunca onlara hizmet etmis, onlarin konusmalarini dinlemisti. Ihlamur agacinin çiçeklerinin kokusu evin içine kadar doluyor, bambaska bir hava sunuyordu. Genç adam :
“Kokusu gelen Ihlamur agaci degil mi?”
“Evet.”
“Ihlamur agaci dikmekle iyi etmissiniz. Ihlamur agacinin oldugu evde bolluk olur. Yapragi bile, çiçegi kadar sifa kaynagidir. Çiçekleri balla karistirilip içilirse, mide ülserine, sinirleri yatistirmaya, idrar yollari hastaliklarina, gribe iyi gelir. Gögsü yumusatir. Balgam söktürür. Bronsit ve öksürüge, beyin ve damar kireçlenmesini giderir. Ciltteki leke ve kirisikliklara, hatta saç bakimina faydasindan bahsederler. Uzun ömürlü bir agaçtir. Bin yil kadar yasayabilir.”
Eger gelen konuk, Ihlamur agacini anlatmasa kiymetini bilmezlermis. Onu dinledikçe, gözerinde daha ayri bir degerlenir oldu. Yemekten sonra duyanlar veya duyurulanlar üç bes fazla gelmislerdi. Salonda adim atacak yer kalmadi. Hos bes ve tanisma faslindan sonra bir sohbettir gidiyordu.
Disarida oturuyordu. Tatli bir rüzgar esiyordu. Dagin zirvesinden bir sini gibi çikan ay, ovaya esrarengiz bir hava saliyordu. Gönlü, duygulari kabarmaya, hayalleri islemeye yüz tutmustu.

Hasretin düstü içime
Gözlerim seni görünce
Gözlerin degdi tenime
Yakisi düstü sevincime,

Bana yar bulunmaz
Dünyada senin gibi
Nasil mutlu olunmaz
Erlik gibi, dirlik gibi,

Su yüregim sevinci
Bin bir ölüme bedel
Sevmeden su genci
Kapimi çalma ecel…

Öyle güzel bir manzarayla karsilasmisti ki nerdeyse konusulanlari duymuyordu bile.. Ama onun o sakin ama bilerek, kendinden eminligi ve bilgeligi içinde konusmasina kulak kabarttikça, yönünü dönmekten kendini alamamisti. Bir yanda tarihin imbiklerinden süzülerek gelen yünlü kilimler, el isi, göz nuru kanaviçeli örtüler, odaya ayri bir mana veriyordu.
Hakkinda anlatilanlara uygun biriydi. Mektebini yeni bitirmisti. Ince yapili ve uzun boyluydu. Kendinden emin bir görünümü vardi. Yüksek ülkülerden ve sözlerden sik sik söz ediyordu. Iyi bir ailenin çocugu oldugu söyleniyordu. Babasi da taninmis biriymis.
Ayriligin alin yazisinda tarihin dili oluyordu. Bir güvercinin kanatlariyla gelen serinligi can evlerinde duyuyorlardi. Bir olmak, birce olmakla mutlulugu birlikte getiriyordu köse minderli bir bahar kerevetinde. Sicak dumanli, demli çaydanliklar bile, bir mavi göle dönüyordu gönüllerinde. Almila gelen konuklara içine bal konmus ihlamur çayi sunmustu. Içenler tekrar istediler, varliga, yokluga erinmeden.
Beyrek konustukça açiliyor, açildikça da konusuyordu. Basinda dudak bükerek dinleyenler, görünüsüne göre hüküm ferma olanlar, bir daha yanildiklarini anlamislar, hatta içlerinden utanmislardi. Genç adamin konustuklari, yasli bir Bilgeden farksizdi.
“Türk alemi için en büyük tehlike Ruslar olmustur. Osmanlinin yikilisinda en büyük ve araliksiz darbeleri yine Ruslar vurmuslardir. Osmanliyi Avrupa’dan çikarmak isteyen Bati, bu isin taseronlugunu ihaleyle Macaristan-Avusturya’ya vermisti. Açik denizlere ve Akdeniz’e inebilmek için, hasretten içi yanan Deli Petro’nun agzindan kuduz bir köpekten farksiz salyalari akip durmustu.”
“Batinin kapitalizm seralarinda, Allah ve din tanimaz Marks’sin hazirlayip sundugu sosyalizmin ilk denemesi Ruslar ve Orta Asya’daki Türkler üzerinde deneme kararini aldilar. Bu denemelerin netice ve tesiri Japonya’nin Hirosima ve Nagazaki’ye atilan atom bombalarindan çok daha tesirli, bir tahrip etkisine bütün dünya sahit oldu. Önce Rusya sathinda Rus’u Rus’a kirdirmak için, Bolsevik-Sosyalist çatismasinda beyinler sulandirildi. Binlerce insan birbirine düsman edilerek, katliamlar yapildi. Halkin elinden ördegine, kazina, çiftine ve çubuguna hatta donuna varincaya kadar, bütün sahsi mallari devletlestirildi. ‘Gulak takim adalari’ adli temerküz kamplarina Rus, Türk ve diger milletlerden gönderilen, yazar ve aydinin sayisini bilen yoktur. Devlet kapitalizmini elinde bulunduranlar ‘Soçi’ ve ‘Daça’ adiyla bilinen, halktan tamamen tecrit edilmis sayfiye evlerindeki saltnatlarinda beyler, pasalar gibi yasadilar. Çocuklarini bile, halkin okudugu okullarda degil, imtiyazli özel okullarda okuttular. Yilin belirli aylarinda, av partileri, eglenceler, seyahat ve sefahat alemleriyle yeni bir imtiyazli sinif olusturmadilar mi? Ateistlik formatinda hazirlanarak sunulan Lenin ve Stalin bu katliamlarin en bas aktör oyunculari degil miydi? ‘Gerçegi söylemek, küçük insanlarin bir önyargisidir. Yalan ise çogunlukla kisiyi hedefe ulastirir’ diyen Lenin degil miydi?”
“Rus çari Nikola’nin Ingiltere sefiri Hamilton’a: ‘Türklere gelince, vahim bir hasta durumundalar. Hazirlikli olalim. Onu elimizden kaçirirsak bir felaket olur. Uzlasmamiz lazim.” Sözlerini tarihin tozlu sayfalarindan bulmak, o kadar da zor bir sey degil.
“Kilicini ogluna göstererek; Plevne muhaberesinde: ‘Bunlar hep Türk kaniyla böyle kizardi. Çabuk büyü, onu sana verecegim. Dedelerinin yürüdügü yolda sen de yürü…’ diyen sözde insanlik hakki savunucusu olarak sunulan Tolstoy degil miydi?
Almila gibi oturanlar da dinledikçe yürekleri, gökyüzündeki bahar yagmur bulutlari gibi genisliyordu. Koparilan sararmis takvim yapraklari arasindan okunan hatiralar gibi geliyordu. Bir can gibi, bin can gibiydiler. Bikinili bir ilkbaharin daglardan taze olarak getirip sundugu, bir kar havasi gibiydi yüreklerine dolan. Ak bir güvercin Kazakistan semalarina yeni, yepyeni ask çizgileri çiziyordu. Uykudan uyanmisligin dinçligi, tazeligi, huzur ve rahatligini hep birlikte solukluyorlardi. Titreyip kendilerine gelmek için, yürekler bir baska atiyordu. Bol kirpikli gözler, erik, badem, kiraz agaçlarinin çiçeklere durusu gibiydi. Onlardan farksiz bakiyorlardi. Güzele, huzura, mutluluga, insan gibi yasamaya ve kendi topraklarinda insan gibi ölmeye olan hasretleri nihayet bitmisti. Nazli ceylanlar gibi, yüreklerde yeniden özlemler de büyür, salinir, salinir gezerdi. Dökülen gözyaslari, zalimin zulüm gemisini batirmayi basarmislardi. Zulüm çadiri çökmüstü. Bu kaçini arzuhal, bir nazli çiçek gibi alin yazilari oluyordu. Bu güne kadar dallari budanarak gelen koca çinar agaci, yeni sürgünler, yeni dallara duruyordu daha gür ve taze.
“Komünist ideoloji dini deger ölçülerinin yerine geçmeye, dinin cemiyet hayatindaki rolünü oynamisti en beceriksiz halinde… Iddiasiyla dinin özüne saldiriyordu. Yalniz yeni bir cemiyet degil, yeni bir insan yaratmak, heves ve iddiasinda olan Lenin ve sonra Stalin, kahinlere yakisir bir ütopyanin, senaryosunu oynadilar. Elli milyondan fazla insan, bir siyasi düzene, toprak reformu adina katledilerek; sahne dekorasyonu için harcandi. Insanligin devam üzere sürüp giden, sartlarini görmezlikten geldiler. Lenin ve Stalin’in söylevlerine, önce herkes gibi hayran kalan, alkis tutan ve aldanan; Maxim Gorki, Andre Gide, Andre Malraux, Ignasio Silone, dengesizlikleri karsinda hayal kirikliklarina ugramadilar mi? Inat ederek, komünizm mazgallarinda asili kalan bahtsizlar da az degil!... Bu kizil rüzgarin rejimi altinda yasayanlarin hepsi, rejimin ahlak bakimindan felce ugradigini, fikrende söndügünü bilirler. Rusya’dan Ingiltere’ye dönen Vladimir Bukovsky : ‘Sovyet Rusya’dan çikmadan önce bir tek komüniste tesadüf etmedim.’ Sözü apaçik bir gerçegi ne kadar bariz ifade etmektedir degil mi?”
“Bu tip rejimler ferdi, ferdin ruhu, kamu ruhu olarak ikiye ayirir. Bu cemiyetlerde fert ve vatandas ayri kisilik olarak görülür. Deger ölçüleri riyakarlik ve suiistimallerle zehirlenir. Ailelerin evlerde ögrettikleriyle, disarida uyguladiklari, ögretmenlerin okulda ögrettikleriyle, kendi yasamlari farklidir. Komünist partinin siradan mensuplari nefret ettikleri parti sekreterini alkislamaktan geri durmazlar. Hakimler siyasiler tarafindan atanir ve onlarin direktifleri dogrusunda kararlar verirler. Siyasetten igrenme, uyusturucu kullanma, fuhus ve sefalet ortaliga bir veba mikrobu gibi yayilir. Komünist seçkinler çogulculuk çagrisina uyarak mevcut sistemden vazgeçmek istemezler. Kafa ve beden üzerine dikta, bürokrasinin özünde güçlü kita arkadasligi ruhu, sürekli pedersahi tavir ve kiskançlikla korunan iktidar tekeli yasamaya çalisilir. Bu gün komünizmin mezbele yikintilarinda, taht ve güç için kavga edenler lagim farelerinden ne farklari var?”
“Manevi bir ilgisizlik ve entelektüel bir çürüme, bir kokusmada ikiyüzlülük ve çifte standartli düsünme hüküm ferma olur. Hiç kimse, hatta komünist parti sekreteri bile partinin iddia ettigi seylere inanmaz. Stalin Lenin’in, Kurusef’de Stalin’in efsanesini yikinca, efsane olarak sunulan ideoloji gücünü kaybetti. Resmi sloganlar, birbirini takip eden bos cümleler telakki edilmekte, ideolojik nutuk ve vaizler, can sikici palavralar sayilmaktadir. Komünist yöneticiler, gerçeklestirilmesi imkansiz vaatlerden baska bir sey sunamadilar. Kendilerini tenkit edenleri susturmak için, kaba kuvvette basvurdular. Glasnost ise küreyi, kare yapmaktan baska bir sey olamazdi. Kumas belki yumusakti ama harekete imkan vermeyen gömlek, deli gömleginden de baska bir sey degildi.”
“Biz tarihte medeniyet yaratmis üç bes milletten biriyiz. Geçmisten günümüze tasinan genetik kodlarimizda, damarlarimizda yeniden dirilmeye, yeniden bir medeniyet olusturmaya yetecek güç ve kudretimiz vardir. Degerli, manevi büyügümüz Ahmet Yasevi’nin ve diger ulu kisilerin türbesi yeniden tamirati yapilmaktadir. Onun Anadolu’ya gönderdigi erenlerinin evlatlari, bu gün bu güzel vatanin maddi ve manevi imarinda yeniden canla basla çalisacaklar. Onlarin ve ibadete açilan cami ve mescitlerin sayilari her geçen gün artmaktadir.”
“Harflere ve rakamlara sigmayiz. Nur çiçeklerinden bir mücadele çagrisi baslamaktadir, buruk, yikik, harabe gönüllere. Uçsuz bucaksiz Kazak topraklari bizlerin delismenligini, yürekliligini, azmini ve karsi konulmaz gücünü beklemektedir. Beylerim beni canla, basla, sabirla dinlediniz. Tesekkür ederim. Hakkinizi helal edin” dedi. Dinleyenler hep bir agizdan ‘Helal olsun. Diline saglik,’ dediler.
Gün gece yarisini geçmisti. Gelenler yarinlara bilmis, bilenmis, yüreklenmis olarak ihlamur agacinin kokulari arasinda dagildilar. Safa çiçekleri yildizlarin altinda ikinci uykusundaydi. Yere yün yataklar serildi, kullanilmamis el islemeli yastiklar kondu. ‘Hayirli Geceler’ dilediler. Almila yataginda uzandigi halde bir türlü uykusu gelmiyordu. Kalkti, ihlamur agacinin altina oturdu. Yildizlara bakti. Hem çok uzaktilar, hem de uzaninca alacak kadar yakindilar. Ihlamur agaci, uzun yillar iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini gördü. Nice kuslara barinak, yuva oldu. Çiçeklerinden nice nevazile ilaç, yüreklerine derman, asiklara müsahit oldu. Kökü Türk irki gibi derinlerdeydi. Asildi. Gece veda etmeye hazirlanirken; Almila Ihlamur agacinin çiçeklerinin kokusundan mi, yoksa gönlüne düsen ask atesinden mi bitap yataga uzandigini bilemedi. Ama yüregi huzur ve mutluluk doluydu.
__________________
[size=10pt]Nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok...
Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok...
[/size]

http://img208.imageshack.us/img208/2...msultanub8.gif
Alıntı ile Cevapla
Alt 05 July 2006, 10:29   Mesaj No:3

pamukKALE

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:pamukKALE isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 882
Üyelik T.: 23 May 2006
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 900
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart :)

ELİNE YÜREĞİNE SAĞLIK ŞAHİKA

SU VE SEVDA PAYLAŞIMIN İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER ÇOK GÜZEL BİR HİKAYE


...
Ben sevdayım, dedi, suya; sana yettiğim kadar kendime de yeterim.
Su sustu. Sen dur, dedi su, ben düşerim beyaz döşekten. Düşmek benim hakkım, düşüşüme sevdalanmakta senin...
Su sustu. Sevdası artmıştı suya sevdanın. Su susmuştu, susmuştu tüm sema. İnmişti beyaz döşek tahtından, yeşil dağların yamaçlarına. Köle olmayın diye; eğilmişti huzurda başı değmişti ayak uçlarına. Taşınmıştı üzerinde bir sevda ve bir su; mütevazı toprağın sathına... Anladı su, anladı sevda; kimse artık ölmeyecek.
...
__________________
SEVMEK GÜZEL ŞEY SEVİLMEKTE ONUN KADAR
SEVİPTE SEVİLMEMEK ACIDIR ÖLÜM KADAR

YALNIZLIK ALLAHA MAHSUSTUR
HER CANLI BİR DOST ARAR
TAŞIN KALBİ YOK AMA
ONU DA YOSUNLAR SARAR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları

Cevaplar Son Mesajlar
SEVDA... mavera Şiir Bahçesi 1 09 January 2007 10:20
sevda mektubu PESTEMAL Deneme & Düz Yazılar 2 29 May 2006 10:24
sevda sensei Yakılacak Şiirleriniz 2 06 May 2006 19:31
Bİr Sevda Masali beliz Öyküler & Hikayeler 6 04 May 2006 11:21
SEVDA YARIMADASI PESTEMAL Şiir Bahçesi 2 20 March 2006 15:17

Yeni Sayfa 1

www.papatyam.org Ana Sayfa

Tefekküre Davet Köşesi

Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın

                       Instagram         

Papatyam alemdarhost.com sunucularında barındırılmaktadır.