|
Dini Sohbetler Bütün Merak Ettikleriniz, Öğrenmek İstediğiniz Tüm Konuları ve Sohbetleri Bu Bölümde Bulabilirsiniz... |
|
Seçenekler |
09 April 2006, 14:50 | Mesaj No:1 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
KUTLU DOĞUM HAFTASI MEHMED KIRKINCI (*) 09.04.2006 PAZAR [KUTLU DOĞUM HAFTASI MÜNASEBETİYLE] İnsandan maksat, en mükemmel fert olan Resûl-i Kibriya’dır... Allah var idi, O’ndan başka hiçbir varlık yok idi. Cenab-ı Hak ilk defa Peygamber Efendimiz’in (asm) nurunu yarattı ve yokluk fezasına attı. O’nun nurundan arş, kürsi ve levh-i mahfuz yaratıldı. Demek ki, Peygamber Efendimiz (asm) bu kâinatın hem çekirdeği hem nuru hem esası ve hem de en mükemmel bir meyvesidir. “Şu kâinatın Sânii, şu kâinatı, bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir. O makasıdın medarı, Zât-ı Ahmediye (asm) olduğu için, kâinattan evvel Sâni’-i Kâinat’ın nazar-ı inayetinde olması ve en evvel tecellisine mazhar olmak lâzım geliyor. Çünkü bir şeyin neticesi, semeresi; evvel düşünülür. Demek vücuden en âhir, manen de en evveldir. Hâlbuki Zât-ı Ahmediye (asm), hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti ve bütün maksadların medar-ı zuhuru olduğundan en evvel tecelli-i icada mazhar, onun nuru olmak lâzım gelir.” (1) Cenab-ı Hak, Hadis-i Kudsi’de “Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim.” buyurmaktadır. Evet, her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister. İşte Cenab-ı Hakk, cemal ve kemaline en cami ve en mükemmel ayna olarak Peygamber Efendimizi’i (asm) yaratmıştır. Cenab-ı Hak en çok habibim dediği Hazret-i Peygamber’i (asm) sevmiş ve O’nu birçok nimetlere mazhar etmiştir. Allah’ı en çok seven ve sevdiren, O’ndan en çok korkan ve takdir edip zikreden O’dur. “Uluhiyet, mukteza-yı hikmet olarak tezahür istemesine mukabil, en a’zamî bir derecede Zât-ı Ahmediye (asm) dinindeki a’zamî ubudiyetiyle en parlak bir derecede göstermiştir. Hem Hâlık-ı Âlem’in nihayet kemaldeki cemalini bir vasıta ile göstermek, mukteza-yı hikmet ve hakikat olarak istemesine mukabil; en güzel bir surette gösterici ve tarif edici, bilbedahe o zâttır. Hem Sâni’-i Âlem’in nihayet cemalde olan kemal-i san’atı üzerine enzar-ı dikkati celb etmek, teşhir etmek istemesine mukabil; en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşahede o zâttır.”(2) 600 senelik bir fetret döneminde insanlık âlemi zulüm, cehalet, dalalet karanlığı içerisindeyken; Cenab-ı Hakk’ın “Ey Habibim! Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” hitabına mazhar olan Habib-i Zişan Efendimiz (asm), güneşi gölgede bırakacak bir nur ile dünyaya tecelli etti. O’nun (asm) nuru gözleri kamaştırdı, ulvi sesi kulakları doldurdu ve feyz-i hidayeti kalplere yerleşti ve bütün insanlığı aydınlığa kavuşturup, nev’i beşeri medeniyetin en yüksek mertebesine çıkardı. İnsanların muhtaç olduğu maddi ve manevi bütün hakikatleri kısa zamanda şimşek gibi bir sürat ile ikmal ederek, herkesi istidadına ve kabiliyetine göre saadetin en yüksek mertebelerine çıkardı. Âlem, onun ile yeni bir devr-i nur ve devr-i saadete girdi. “… o nur olmazsa kâinat da, insan da, hatta her şey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedi’ bir kâinatta, böyle bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.” (3) Alemlere rahmet olarak gönderildi... Peygamber Efendimiz (asm) bütün âlemlerin ve feleklerin yaratılma sebebidir ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Zira O (asm) bütün insanlara, cin ve meleklere pek büyük bir rahmettir. Bütün çiçek ve ağaçların yetişmeleri ve inkişaf etmeleri için nasıl güneşe ihtiyaç varsa, gönüllerin tenviri ve akılların teshiri için de bir hidayet güneşi olan Zat-ı Muhammediyeye (asm) o derece ihtiyaç vardır. Daha doğduğu gecede Kâbe’deki putların yere serilmesi, Mecusilerin taptığı ateşin sönmesi, Sava nehrinin yere batması, Kisra Sarayı’nın yıkılması gibi hâdiseler Fahr-i Kâinat Efendimizin (asm) gelişini müjdelemişlerdir. Çünkü “Bütün mahlûkatın en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bahiri ve en azîmi ve en kerimi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latif secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvî tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî Âdem’in bülbül-ü zül-Kur’an’ı Muhammed-i Arabî (asm)” (4) dünyayı teşrif etmiştir. Bu hakikati ifade etmek için Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de “De ki: Hak geldi, batıl yıkılıp gitti. Çünkü batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (5) buyurmuştur. Zira O Zat (asm) kalplerdeki kat kat buzları eriterek, yerlerine nice gül ve meyveler yetiştirdi. Peygamber-i Zişan Efendimiz (asm) insanları hidayete erdirerek, onları kendileri gibi mahlûk olan putlara, yıldızlara, ateşe ve batıl şeylere tapmaktan kurtarıp; onlara Vahid, Ehad ve Samed olan Zat-ı Zülcelâl’i tanıttırıp, yalnız O’na ibadet edileceğini bildirip tevhidi ilan etmiştir. 23 sene gibi kısa bir zamanda İslâm nurunu dünyanın her tarafında parlattırması, insanları vahşetten ve zulümden kurtarması ve bütün akılları hayrette bıraktırması O’nun (asm) nihayetsiz bir feyze mazhar olmasındandır. “Evet, o bürhanın şahs-ı manevîsine bak: Sath-ı Arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber... O bürhan-ı bahir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatib, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri... Bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki; herbir davasını, mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira o, La ilahe illallah der, dava eder.”(6) Peygamber Efendimiz (asm) herkese karşı nazikane muamele eder ve hiçbir kimseden menfaat talep etmezdi. Bu ulvi hasletleriyledir ki, herkes ona muhabbet ve itaat ederdi. Medine’ye hicret ederek az zamanda bu kadar fütuhata mazhar olduğu halde dünyaya asla itibar etmedi. Mübarek endamı gayet güzel ve bütün azaları birbirine mütenasip, cismi nazif, kokusu latif, son derece mülayim, halim, mütevazı, vakarlı ve heybetli idi. Bütün hareketleri itidal üzere idi. Güler yüzlü ve tatlı sözlü idi. O’nunla (asm) beraber olan insanlar, O’nun (asm) feyzinden dolayı O’na (asm) can ve gönülden aşık ve muhip idiler. Hazret-i Peygamber (asm) çok cömert, kerim, şefik ve rahim idi. Ahit ve va’dinde sabit, sözünde sadık idi. Elhasıl her türlü medh-ü senaya layık idi. İşte O Zat (asm), asırlardan beri gönüllerde kök salan batıl itikatları ortadan kaldırıp, bütün emir ve yasakları akla muvafık ve hikmete uygun olan Kur’an-ı Kerim vasıtasıyla insanları saadet-i dareyne kavuşturmuş ve kıyamete kadar değiştirilmeyecek bir din tesis etmiştir. En mükemmel dinin Peygamber’i... Evet, O’nun (asm) tesis ettiği İslâmiyet en mükemmel bir din-i ilahidir. Çünkü en son dindir. Zira sonra gelen peygamberin ve getirdiği dinin, evvelkilerden daha mükemmel olması tedric kanununun bir gereğidir. Her hak din zatında mukaddestir. Ancak o dinin peygamberleri faziletçe birbirinden üstündürler. Zira o peygamberlerin getirdiği ahkâmlar, birbirinden farklıdır. En son gelen daha kapsamlı ve daha üstündür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak: “İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resullerden kimini kimine üstün kıldık.” (7) buyurarak bu hakikati ifade etmiştir. Mesela, Hazret-i İsa’ya (as) gönderilen İncil’deki, iman, ahlâk, fazilet, irşat, hikmet ve irfan gibi birçok hakikatler, Tevrat’tan daha kapsamlı olduğu için, onun hükümlerini neshetmiştir. “Şeriatı, sair şeriatların mehasinini cem’ ile onların nâsihidir.”(8) Zaman geçtikçe insanların ilimleri ve tecrübeleri gelişerek terakki ettiğinden, sonra gelen her dinin de önceki dinden daha kâmil ve daha kapsamlı olması hikmetin gereğidir. “Sultanlar daima halkın, cemaatin, ordunun sonunda çıkarlar. Nev-i beşerde tekemmül vardır. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbinin ve ikinci mükemmilin evvelki mürebbilerden daha ekmel olmasını iktiza eder.” (9) Demek ki, sonra gelen peygamberlerin dinleri, geçmiş peygamberlerin dinlerine kıyas olamaz derecede üstündür. Çünkü geçmiş peygamberlerin zamanındaki insanların anlama kabiliyetleri daha az olduğundan dinleri de onların idraklerine uygun idi. “Geçmiş peygamberler ümmetlerine Kur’an gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufuliyet devri olmasıdır. İbtidaî derslerde izah az olur.” (10) “Hazret-i Peygamber’in (asm) en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir. Evet, her bir kelimesinde birçok hikmetler bulunan bu sonsuz nuru her kim dikkatle okursa, ondaki i’caz ve üsluba; ifadelerindeki belagat ve fesahate hayran olmaması mümkün değildir. Kur’an, 1400 sene önce nazil olduğu halde, sanki yeni nazil olmuş gibi, tazeliğini muhafaza etmektedir. “Zaman ihtiyarlandıkça Kur’an gençleşiyor.”(11) Çünkü o ezelden gelmiş ve ebede gidecektir. İlim ve irfan ne kadar terakki ederse etsin, Kur’an’daki hakikatler nihayetsiz olduğundan hiçbir asır ve hiçbir kimse ondan müstağni kalamaz. Evet, Kur’an, iki dünyanın saadetini temin etmiştir. Beşer nelere muhtaç ise hepsi onda mevcuttur. “Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, Kitab-ı Mübin’de bulunmasın.” (12) Evet, “Kur’an-ı Kerim zahiren ve bâtınen, nassen ve delaleten, remzen ve işareten her zamanda vücuda gelmiş veya gelecek her şeyi ifade ediyor.”(13) Kur’an-ı Kerim’in ihtiva ettiği hükümlerin birçoğu daha önce gelen semavî kitaplarda yoktu. Bu bakımdan Kur’an, geçmiş dinî kitapların fevkindedir, İslâm dini de diğer dinlerden daha üstündür. Geçmiş peygamberlerin şeriatları ancak İslâm diniyle ikmal olmuştur. Bu bakımdan en mükemmel din İslâm’dır. (1) Sözler, s. 580. (2) Sözler, s. 576-577. (3) Sözler, s. 237. (4) Sözler, s. 356. (5) İsra Sûresi 17/81. (6) Sözler s. 235 (7) Bakara Sûresi, 2/253 (8) İşarat’ül İcaz, s. 51 (9) İşarat’ül İcaz, s. 51 (10) Şualar, s. 220. (11) Mektubat, s. 475. (12) En’am Sûresi 6/59 (13) İşarat’ül İ’caz, s. 119. (*) Bu yazıyı Mehmed Kırkıncı Hocaefendi Zaman için kaleme aldı. 09.04.2006
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
09 April 2006, 14:55 | Mesaj No:2 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
Kutlu Doğum; Gül Çağı
Ondört asır evvel yine bir böyle geceydi. Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi. Bahardı... Dışarda, kumların üstünde, kahrı da, zehri de zevk adına yutan insanlardı... Çıldırmış azgınlıkların pençesinde beşer bir canavardı. Ve zamanın paslı aynasında eskiyen yürekler kayalar kadardı... Bahardı... İçerde, Âmine’nin kucağında, nur ile yıkanmış bir Gül kokusu vardı... Kaç bin senedir beklenen yâr, meğer o yârdı. Arasına sınır taşları dikilmiş zamanın saadet damıttığı çağlar, işte o çağlardı. Gece seherlere uzardı ve dudaklarında Âmine’nin “Gülüm!” diyen bir gülümseme tekrarbetekrardı. Sevgili o gece bir “Gül” oldu, ve beşeriyet gülü bir cins ad olmaktan o gün çıkardı. Gel ey vahdetin Gül’ü, hasretin Gül’ü... Kokunla gel ve renginle gel!.. İlhamın ve âhenginle gel!.. Aşkınla olmazsa sevginle gel!.. Gel ki serazad kuşlarca süzülsün yürekler çiçeklere; ve çiçekler yenik düşsün aşkını eleyen kelebeklere... Gel de, gizemli alfabelerle yazılmış mektuplarını bebekler okusun; gel, kınalı parmaklar tezgahlarda cümle cümle şiirlerini dokusun... Ay vurgunu gecelere şavkı dökülsün nurunun, neyler üveyiklere ağlasın ve ölümsüz besteleri Gül adına çalınsın aşk tanburunun. Gel ey günlüklerde yığın yığın gözyaşlarıyla kararan bahtımızı Gül’e döndüren Haberci... Gel ey, sevgilerinden sıyrılan vicdanları mor salkımlı zamanlarda kurtuluşa ulaştıracak Elçi... Şafaklarına kırağı düşmüş aldanışları pişmanlıkla yuyup yıkayan ihtiyar adamlar ve genç kızlar için gel, aşksızlığının kör akşamlarını mezar taşlarında tekrar be tekrar okuyan dolunaylar ve yıldızlar için gel. Yıldızlarına uyabilelim diye bizi şevklendirmek ve şavklandırmak için de gel; birimizi birimize sevdirmek, birimizle birimizi sevindirmek için de gel... Mekanların daraldığı ve zamanların dürüldüğü depremler gibi gel ve titret içimizi Sevgili... Ta ki bülbüller bir Gül için söylesin en müstesna şarkılarını: Kâşki sevdiğimi sevse kamu halkı cihân Sözümüz cümle hemân kıssai cânân olsa * Gül’e söz verelim, defterimizdeki karaları aklamak için... Gül’ü sevdiğimizi söyleyelim, içimizdeki kirleri paklamak için... Aç bir karnı doyuralım Gül adına, Hakk’ın da kuşları rızıklandırdığını hatırlayıp... Sıkıntıdaki dostun imdadına koşalım Gül’ü anarak, gül alalım, gül satalım... Hayırlı işlere önayak olalım Gül çağında, ta ki ateş vaktinde güller açsın yüzümüz... Bir merhabayı Gül hatırına söyleyelim küstüklerimize, hani helal lokma yer gibi... Doğrulardan ve iyilerden çoğaltalım dostlarımızı Gül bahçesinde, ta ki bir sarsılışla sarsıldığımızda arkadaşlardan saysın yıldızlar bizi. Ve ağlayalım hasretiyle Gül’ün, ki arıtsın bağrımızın pasını yaşlar... Göz son kez kapanmadan, birkaç damla ile olsun... İnci, mercan hediye!.. * Bir Aşk Masalı: Kıl şebistânı müşerref kim nisârun kılmağa Rişteden dürler çeküp cem’ eylemiş dâmâne şem Diyor ki Fuzulî: Bir âşık varmış vaktiyle; muma benzeyen bir âşık... Mum gibi yalnız, mumleyin başında ateş... Yanar yakılırmış geceler boyu ve gönül ateşiyle aydınlatmaya çalışırmış hicranın ve hasretin karanlıklarını... Hiç uyumaz, dilinde sevgili adı, göz kapıda, beklermiş durmadan... Gecelerden bir gece, belki bir vuslat gecesi olur da sevgili geliverir diye umutlanır, bu umutla tıpkı mum gibi can ipinden inciler döker, ve eteklerinde biriktirirmiş yığın yığın... Ta ki sevgili geldiğinde hazırlıksız yakalanmış olmasın ve yüz görümlüğü olarak ayağına saçacağı incileri bulunsun... Gül yüzüne bakacak yüz ver bize Taala!... Vuslat için aşk ver bize Tanrım!.. İSKENDER PALA
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
09 April 2006, 14:57 | Mesaj No:3 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
[size=18px] O'nun ümmetinden ol
Beri gel serseri yol! O'nun ümmetinden ol! Sel sel kümelerle dol! O'nun ümmetinden ol! Sen hiçliğe karşı yön Hep sıfır arka ve ön Dosdoğru kıbleye dön! O'nun ümmetinden ol! Gel, dünya murdar kafes Gel gırtlakta son nefes Gel arşı arayan ses O'nun ümmetinden ol! Solmaz, solmaz bu bir renk, ölmez, ölmez bir ahenk, insanlık; hevenk, hevenk O'nun ümmetinden ol! Gökte çakıyor haber: Geber, çelik put geber! Doğrul yeni seferber! O'nun ümmetinden ol![/size] Necip Fazıl Kısakürek
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
09 April 2006, 14:59 | Mesaj No:4 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
Bir Gece
On dört asır evvel yine bir böyle geceydi Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler Halbuki kaç bin senedir bekleşmedelerdi Nerden görecekler göremezlerdi tabi Bir kere zuhur ettiği çöl en sapa yerdi Bir kere de ma'mure-i dünya o zamanlar Buhranlar içindeydi bugünden de beterdi Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin Salgındı bugün Şark'ı yıkan tefrika derdi Derken büyüyüp kırkına gelmişti ki öksüz Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi Bir nefhada kurtardı insanlığı o masum Bir hamlede kayserleri kisraları serdi Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi Zulmün ki, zeval akılına gelmezdi, geberdi Alemlere rahmetti evet şerr-i mübini Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi Dünya neye sahipse onun vergisidir hep Medyun ona cemiyeti medyun ona ferdi Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret Mehmet Akif Ersoy
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
09 April 2006, 15:01 | Mesaj No:5 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
[size=18px] Gönlümün Gülü
Sen’i seven her ruh uludur ya Resûlallâh! Gönlü-gözü onun doludur ya Resûlallâh! Cemâlin pertevinden zerre şevk alan billâh, Kapının ayrılmaz kuludur ya Resûlallâh! Beklemez bir başka iltifât Sana erenler, Semtin iltifat buğuludur ya Resûlallâh! Gönül gözleriyle bir kere seni görenler, Onlar ruhların bir koludur ya Resûlallâh! Uçuşur ikliminde altın kanatlı kuşlar, İklimin kuşların yoludur ya Resûlallâh! Cennet yamaçları gibidir orda ufuklar, Cemâlin bu ufkun tülüdür ya Resûlallâh! Sana ermek imanlı gönüllerin rüyâsı, Seni bilmeyenler ölüdür ya Resûlallâh! Vuslatın, bu garip kıtmîrin her dem hülyâsı, Bu benim gönlümün gülüdür ya Resûlallâh![/size] M.Fethullah Gülen
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
09 April 2006, 15:02 | Mesaj No:6 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
Peygamber Efendimiz'in (sas) doğumu: Beklenen şafak
Allah Resûlü'nün dünyaya teşrif buyurarak tenezzülen aramıza girip bizi şereflendirdiği gün, bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı sayılır.. velâdet–i Ahmediye, Cenâb–ı Hakk'ın, tıpkı bir güneş mahiyetinde yarattığı O Nûr'u, bir kandil gibi insanlık semâsına astığı gündür. Işığa hâmile kapkaranlık bir dünya.. ve Nebî'nin zuhûruna az bir zaman kala müjde ve muştu dolu akisler var ufukta.. vicdanlarda tesiri o kadar fazla ki, birçok Mekkeli gelecek son Nebî'yi anlatmakta.. tavsiyeler ve tavsiyeler: Zuhûr eder–etmez hemen koşun O'na! Ve bütünleşin O'nun ruhuyla.! Son kurtarıcı Bütün bir beşeriyet canı dudağında ve herkesin umudu gelecek son kurtarıcıda. Ana–babalar bu kurtarıcının kendi nesillerinden olmasını istiyor.. ve birçoğu yeni doğan çocuğuna “Muhammed” ismini veriyor... Fakat O, Hz. İbrahim'den İsmail'e intikalle gelen ve Abdulmuttalip'ten Abdullah'a geçen bir altın silsileden gelecekti; ve gönüller de bu kanaldan gelecek nuru bekliyordu. Hâdiseler O'nun geleceğini haber veriyor; karanlığın koyulaşması, sökün edecek şafağın yaklaştığını söylüyordu. İnsanlık O'nu bekliyor O günkü insanlık, hayatı hayat yapacak olan gâye ve idealden mahrumdu. İnsanların bütün yaptıkları işler, “Issız çöllerde serap kovalamak gibiydi. Susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında herhangi bir şey bulamaz.” (Nur, 24/39) Duygu, düşünce ve davranışlar da bundan pek farklı değildi. “Engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibi ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut.. birbiri üstüne karanlıklar.. insan elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez.” (Nur, 24/40) Bu devrin adı “Cahiliye”dir. Ancak ilmin zıddı olan bir cehalet değil, îman ve inancın karşılığı olan küfrün mürâdifi cahiliyet... O devre ait çirkinlikleri kapkara bir tablo halinde arz edip geçici de olsa ruhlarınıza karanlık bir perde germek istemem. Bâtılı şöyle–böyle tasvir, zihinleri idlâl eder. Ve bence buna sebebiyet de bir cürümdür. Fakat yine de o devri anlatabilmek için az da olsa, o günün örf ve âdetlerinden bazılarına ve sadece bir işaret çerçevesinde temasta yarar görüyoruz; tâ ki Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem), nasıl bütün kâinata bir rahmet olarak gönderildiği ve bu rahmetin gönderilişinin nasıl bir İlâhî lütuf olduğu daha iyi idrak edilmiş olsun!. Allah'ın en büyük lütfu O'nun gelişi herkes için Cenâb–ı Hak'ın en büyük lütfu ve en engin ihsanıdır. Bunun böyle olduğunu bizzat Rabb'imiz anlatmaktadır: “İçlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan (kötülüklerden, münkerden) onları temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulunmuştur .” (Âl–i İmran, 3/164) Allah'ın (celle celâluhu) lütuf, ihsan ve keremine bakın ki, insanlara kendi içlerinden, özlerinden, onlarla aynı duygu ve aynı düşünceyi paylaşan; Hakk'a giden yolda onların rehber ve pişdârı olan; imama ihtiyaçları olduğunda önlerine geçebilen; hatibe ihtiyaçları olduğunda minbere çıkabilen; emire ihtiyaçları olduğunda, tuğra basıp sikke kesen; kumandaya ihtiyaç duyduklarında, onları en mükemmel erkân–ı harplerden daha mükemmel idare eden bir nebî, bir elçi gönderdi. En sevgili kul Hıristiyanlıkta yanlış bir akîde vardır. Onlar Hz. İsa'nın, insanlığın ilk günahını affettirmek için Cenâb–ı Hak tarafından fedâ edildiği inancını taşırlar. Yani onlara göre Rabb, fedakârlıkta bulunmuş ve insanları affetmek için –haşâ!– kendi oğlu olan Mesîh'i fedâ etmiştir. Dolayısıyla da Hz. İsa –onların yanlış itikatlarına göre– çarmıha gerilmiş ve Hz. Âdem'le başlayan, daha sonra da her insanın, daha doğarken, beraberinde getirdiği bu ilk günah böylece affedilmiştir. Bu, bir itikat olarak yanlış ve bazı tevillere açık yanları itibariyle de dalâlettir. Ancak bu yanlış telakkinin anlattığı doğru bir telmih vardır. O da şudur: Cenâb–ı Hakk, insanların günahını bağışlamak; onları sapıklıkta, dalâlette, tuğyanda, azgınlıkta kendi başlarına bırakmamak için, en sevgili kulunu, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i hem de maruz kalacağı şeyleri bildiği halde peygamber olarak göndermiştir. Tâ ki şaşırıp yollarda kalmasınlar, kalıp da zâyi olmasınlar.. insanlık semâsına çıkıp kâmil birer insan olsunlar.. içlerinde derinleşip her an ruhlarında Allah'ı (celle celâluhu) duysunlar.. ve İbrahim Hakkı'nın ifadesi ile, Rabb'lerini vicdanlarında kenzen bilsinler: “Sığmam dedi Hak arz u semâya Kenzen bilindi dil madeninden.” Hazineler kaynağı kalb Gönül öyle bir hazineler menbaıdır ki, dünyalara sığmayan Hak, her an en kıymetli bir cevher gibi orada kendini hissettirir. Kitaplar, zihinler, düşünceler, felsefeler, beyânlar, semâ, arz ve bütün mükevvenât Allah'ı (celle celâluhu) ihâta edemez.. ve bunların hiçbirinin, O'nu ifadeye gücü yetmez. Ancak kalbdir ki, kısmen de olsa O'nu ifadeye tercüman olabilir. Evet, kalb öyle bir dildir ki, şimdiye kadar kulaklar, o dilin beyânı kadar parlak bir beyân duymamışlardır. Öyle ise insan, kalbinde yol almaya, aradığını orada aramaya ve Rabb'e erip O'nda fâni olmaya çalışmalıdır. Zaten Allah (celle celâluhu) Hz. Muhammed Aleyhisselâm'ı onun için bizim aramıza göndermiştir. Evet, O, insanlığa Allah'ın (celle celâluhu) âyetlerini okumak, fasıl fasıl mu'cizelerini gözler önüne sermek ve insana kendi mahiyetini öğretmek için gelmiştir. Evet O'nun sayesinde beşeriyet tabiat kirlerinden arınarak, tertemiz hâle gelecek, bedene ait süflîyattan kurtularak kalb ve ruhun hayat derecesine yükselecekti.. ve yükseldi de. Evet, O, insanlara kitap ve hikmeti tâlim edecek; insanlık da, kitap ve hikmetin ışıktan dünyasında kendini bularak, ukbâlara uyanacak ve ebedîleşme yoluna girecekti; neticede öyle de oldu. Varlık âleminin bayramı Bizim için çok mühim, bereketli ve feyiz dolu günler vardır. Bunlardan bazıları da mü'minlerin bayramı sayılır. Her hafta cuma günü yaşanan bu bayram sevincini daha büyük çapta Kurban ve Ramazan bayramlarında da yaşarız. Kurban Bayramı Hz. İbrahim'in belli bir buudda fedakârlık yaptığı, Müslümanların da bütün samimiyetleriyle günahlarının affına yol aradıkları, bu gâyeye ma'tûf, bazılarının Beytullah'a yüz sürüp, Arafat'ta vakfeye durdukları ve Muhammedî bir ruhla yalvarıp yakardıkları bir gündür. Ramazan ise, bir ay oruçla Rabb'e yaklaşma sevincini, yaşama sevincini paylaşmanın ifadesi zengin, dolgun ve bereketli bir bayramdır. Fakat bir bayram daha vardır ki, o, bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı sayılır; o da Allah Resûlü'nün dünyaya teşrif buyurarak tenezzülen aramıza girip bizi şereflendirdiği gündür.. Velâdet–i Ahmediye'dir. Yani Cenâb–ı Hakk'ın, tıpkı bir güneş mahiyetinde yarattığı O Nûr'u, bir kandil gibi insanlık semâsına astığı gündür. Evet, O Nûr sayesinde bütün cahiliye karanlıkları yırtılmış ve âlem nûra gark olmuştur. Bu da Cenâb–ı Hak'ın cin ve inse en büyük bir lütfu ve büyük bir ihsanıdır. AHMED ŞAHİN
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
10 April 2006, 14:22 | Mesaj No:7 |
Durumu:
Papatyam No :
164
Üyelik T.:
01 March 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:Afyon/Bolu
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
RABBİM TÜM İSLAM ALEMİNE HUZUR SAADET VE ZAFERLER VEERSİN
TEŞEKKÜRLER ŞAHİKA
__________________
img]http://img321.imageshack.us/img321/8944/alaksresi7dg1fk7ca8xj1zm.gif[/img] |
10 April 2006, 19:55 | Mesaj No:8 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
Kutlu Doğum Haftası’nda neler yapabiliriz? [size=18px](09 NİSAN-20 NİSAN 2006)[/size]
İnsanlığı içinde bulunduğu karanlık dünyadan kurtarmak, onlara kılavuzluk yaparak yollarını aydınlatmak üzere ışıklar saçan bir kandil olarak seçilmiş ve vazifelendirilmiş olan sevgili Peygamberimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyaya teşriflerinin kutlanıldığı Kutlu Doğum Haftası’na ulaşmanın huzur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Bugünleri nasıl değerlendirelim, neler yapalım diyorsanız size şu tavsiyelerde bulunabiliriz: * O’nun getirdiği mesaj bir huzur kaynağıdır. Bu huzur kaynağından istifade edebilmek için O’nu ve O’nun getirdiği nûru tanımak gerekir. Bu amaçla Allah Rasulü’nü (sas) tanıtan kitaplar okuyabiliriz. Okuduklarımızın kalıcı olması için de öğrendiğimiz bilgileri başta aile fertlerimiz olmak üzere çevremize anlatabiliriz. * Akşamları çocuklarımıza Efendimiz’in (sas) yaşadığı örnek hayattan kesitler anlatabiliriz. O’nun ashabıyla arasında geçen diyalogları hikaye tarzından anlatarak çocuklarımızın dikkatlerini Peygamberimizi anlama üzerinde yoğunlaştırabiliriz. * Nebiler Serveri’ni hayatını anlatan video kasetlerini veya film CD’lerini ev halkıyla beraber izleyebiliriz. Yine bunun gibi Efendimiz’in (sas) hayatından kesitler sunan veya O’nunla alakalı yazılan şiirlerin bulunduğu ses kasetlerini dinleyebiliriz. * Yaşadığımız yerde Allah Rasulü’nü (sas) hatırlatan ne varsa oraları ziyaret edip hayalen asr–ı saadete gidip tefekküre dalabiliriz. Ziyaretlerimizde yanımıza çocuklarımızı da alabiliriz. * Bir gül satın alarak yanında da Efendimiz’i (sas) anlatan bir kitapla beraber akraba veya dost ziyaretlerinde bulunabilir, onlarla beraber Efendimiz (sas) yörüngeli sohbetler yapabiliriz. * İki Cihan Serveri, “Beni Hûd, Vakıa, Mürselat sûreleri ihtiyarlattı.” (Tirmizi, Tefsir, 57) buyuruyor. Bu sûrelerde içerisinde kıyamet sahnelerinin resm edildiği ayetler, Allah Rasulü’nü (sas) derin bir tefekküre salmıştı. Bizler de bu günlerde bu sûrelerin muhatabının kendimiz olduğunu düşünerek Hûd, Vakıa ve Mürselat sûrelerini okuyabiliriz. * Allah, “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.” (Ahzab, 33/56) buyurarak bizlerden Efendimiz’in (sas) ismini andığımız zaman salavat getirmemizi istiyor. Bu İlahi emir doğrultusunda bizler de özellikle bu günlerde Efendimiz’e (sas) bol bol salavat getirebiliriz. “Allah Rasulü’ne nasıl salavat getirelim?” diyorsanız işte size birkaç örnek: Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed. Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin adede ma fî ilmillâhi salaten daimeten bidevâmi mülkillâhi. Allâhümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve ashâbihî biadedi ilmike ve biadedi ma’lûmâtike. SALÂT-I TEFRÎCİYE Allâhümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihî’l–ukadu ve tenfericu bihi’l–kürabu ve tugdâ bihi’l– havâicu ve tünâlü bihi’r–reğâibu ve hüsnü’l–havâtimi ve yüsteska’l–ğamâmu bivechihi’l–kerîmi ve alâ âlihi ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin biadedi külli ma’lûmin leke.
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 April 2006, 09:08 | Mesaj No:9 |
Durumu:
Papatyam No :
145
Üyelik T.:
16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
Aşk ehli taşı gediğine koymuş: Muhabbetten Muhammed oldu hasıl Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl? Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül. Sevginin bedelini ödeyen Yakub gibi, uzaktaki Yusuf'u koklayan bir yürekle gözlerini takas edenler alabilirdi o gülün kokusunu. Aşkı ve acıyı ondan öğrendik. Yaşamanın ve ölmenin, ölmeden önce ölüp öldükten sonra yaşamanın sırrını o öğretti bize. Göklerin sofrasını o açtı önümüze. Onun sayesinde tenezzül buyurdu Allah yüreklerimize. Evet, aşkı ondan öğrendik: Sevdi ama sevdaya "kara" çalmadı. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere, "ak sevda"yı öğretti. Aşka istikamet açısı verdi. Sadece o açıyı takip edenler aşkın sırrına erdi. Başkalarının öğrettiği aşk sahibini tutuklayan bir tutkuya dönüşüyordu. Onun aşk öğretisi ise sahibini özgür kıldı. O aşk çizgisini izleyenler sevdikçe özgürleştiler, özgürleştikçe sevdiler ve sonunda hayatı bir demet muhabbete dönüştürdüler; muhabbete, yani insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesine... İman etmedikçe cennete giremezsiniz" diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi. Dahası "Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu. Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki; "Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!" Dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini farkeden bir yürek nasıl bir yürektir? Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir? Modern birey anlayabilir mi bu tavrı? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Şairin "Şarkı görmez, garbı bilmez, görgüden yok vayesi/Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi" dediği bedeviden bozma, köylülüğe müptela, varlıkla sınanınca lümpen kaprislerine, yoklukla sınanınca aşağılık komplekslerine kapılanlar, nasıl anlar ve anlatır, nasıl yaşar ve yaşatırlar bu muhabbeti/Muhammed'i? Muhabbeti Muhammed'den öğrenenler ölmemenin sırrını da öğrenmiş oldular. İşte onlardan biri, bu sırrı şu dizelerle açığa vurdu: Âşık öldü diye salâ verirler Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez Âşıkların ölmeyeceğinin ondan güzel kanıtı olur mu? Muhabbetin merkezi olan gönülden yola çıkarak anlayın bunu: Birine "alçak" derseniz hakaret etmiş olursunuz, "alçak gönüllü" derseniz iltifat. Çünkü gönül öyle yüce bir makam ki, kendisine ilişen alçaklığı bile elinden tutup katına yüceltir, "alçak gönüllülük" bir yücelik olup çıkar. Acıyı da "Ben hüzünlerin peygamberiyim!" itirafında bulunan o Ufuk İnsan'dan öğrendik: Saçları sevdiklerinin ölümüyle değil, Allah'la ilişkisini örselememek uğruna gösterdiği çabayla ağaran Yüce Önder, Kutlu Rehber'den. Çağların günahını yıkamak için gece yarıları saldığı gözyaşları, yattığı şilteyi ıslatıp Aişe'yi uyandıracak kadar sel olup çağlayan Ayaklı Kur'an'dan. Bu soylu acı değil miydi, Hıra'da kendi ruhunu yeniden doğuracak bir sancıya ebelik eden? Buna insanın oluş sancısı da diyebilirsiniz. Baksanıza o okyanus misali kutlu sancıdan payına bir damlacık düşenler, yaşadıkları çağın, 'nükleer güç merkezlerinin' dahi yanında yaya kaldığı etkinlikte birer 'gül ve güç merkezi' oluyorlar! Çağın Ebu Cehillerinin onu anlamasını, onu sevmesini kimse beklemesin. Değil mi ki o, atası İbrahim gibi insanlığa şeytanı, şeytanları taşlamayı öğretti. Şeytan ve dostları da o gülü ve onun gül yüzlü dostlarını taşlayacaklardır. Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ona ümmet olduğunu söyleyenlerin yaptıklarının onu üzdüğünü düşünüyorum. Onun mirasına sahip çıkması gerekenler, sadece sakalına ve hırkasına sahip çıkıp onun öğretisini çağın dışına atmakla onu daha fazla üzüyor olsalar gerek. Bu satırları bitirmeden, o insan güzeline bir maruzatım var: Seni çok özledik, bizi bu çağa karşı dik tutan senin kokundur: Yel essin Ya Rasullallah... Kokun gelsin! Mustafa İslamoğlu
__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz |
12 April 2006, 09:55 | Mesaj No:10 |
Papatyam Site Yöneticisi
Durumu:
Papatyam No :
1546
Üyelik T.:
11 March 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
|
KUTLU DOĞUM HAFTASI
[size=18px]GELSEYDİN
Sevgili! Ümmü Mektum gibi Seni görmeden sana sesleniyoruz Alıp verdiğin nefesi duyar gibi Sanki açınca gözlerimizi Seni görecekmişiz gibi Sana sesleniyoruz. Senin huzurunda ses yükselmez. Edeple konuşulur; edeple susulur. Hele biz ki bu kapının dilencileri, El açıp beklemekten başka Bize bir şey düşmezdi ama Şu araya giren yıllar olmasa Medine’ne uzak yollar olmasa İsmin anılınca yürek yanmasa Kapında beklemekten başka Bize bir şey düşmezdi. Bekliyoruz Sultânım! Rüyada olsa bile Belki teşrif edersin diye Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi. Seni bekliyoruz. Gelseydin, Bizim için cennet olurdu gelişin. Gelseydin, Saadetli asrından gönderdiğin selâmını, “Kardeşlerim” deyişini Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.[/size]
__________________
"Bilgi Paylaştıkça Çoğalır" |
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları |
Cevaplar | Son Mesajlar |
ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN | umut | Hazır SMS Mesajları | 0 | 25 November 2014 09:28 |
Bayramınız Kutlu Olsun:) | PESTEMAL | Bayram Mesajları | 1 | 31 August 2011 06:43 |
ŞERİFE Bacım Geçmiş Doğum Günün Kutlu Olsun Kısss :-)) | Papatyam | Doğum Günü | 3 | 05 October 2007 12:37 |
gününz kutlu olsun | u2s | Doğum Günü | 5 | 09 March 2007 09:20 |
ceren27 ve gebzelimin Doğum Günü Kutlu Olsun... | Papatyam | Doğum Günü | 4 | 07 April 2006 11:36 |
Tefekküre Davet Köşesi |
|
Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın |