ÇANKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU.... - Papatyam Forum

Papatyam Forum

Go Back   Papatyam Forum > ..::.ÖYKÜLER & HİKAYELER.::. > Deneme & Düz Yazılar

Deneme & Düz Yazılar Bu Bölümde Türk ve Dünya Edebiyatından Deneme ve Düz Yazılara Yer Verebilir, Yorum Yapabilirsiniz...

Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Alt 24 July 2006, 11:30   Mesaj No:1

ceylan

Guest
Avatar Otomotik
Durumu:
Papatyam No :
Arkadaşları:
Cinsiyet:
Mesaj: n/a
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:
Takdir Et:
Standart ÇANKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU....

ÇANKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU....

Bir Çanakkale Şehidinin Son Mektubu

Validecigim,

Dört asker dogurmakla müftehir şanli Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovasi gibi güzel, yeşillik bir ovacigin ortasindan geçen derenin kenarindaki armut agacinin sayesinde otururken aldim. Tabiatin yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldim. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulundugumdan sevindim. Gözlerimi açtim, uzaklara dogru baktim. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek egilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamliyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa dogru egilip kalkiyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardi.

Gözlerimi biraz saga çevirdim güzel bir yamacin eteklerindeki muhteşem çam agaçlari kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardi. Nazarlarimi sola çevirdim cigil cigil akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayi gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başimi kaldirdim, gölgesinde istirahat ettigim agacin yapraklarina baktim. Hepsi benim sevincime iştirak ettigini, yaptiklari rakslarla anlatmak istiyordu. Diger bir dalina baktim, güzel bir bülbül, tatli sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatima iştirak ettigini ince gagalarini açarak göstermek istiyordu.

Işte bu geçen dakikalar aninda, hizmet eri:
-Efendim, çayiniz, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldim baktim, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldin? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarinda yayila yayila giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-Işte onun çobanindan 10 paraya aldim.

Validecigim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katilmamiş. Koyundan şimdi sagilmiş, aldim ve içtim.

Fakat bu sirada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdigi para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?

Fakat yukaridaki bülbül bagiriyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalim. O da erkek olsaydi, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akişini tetkik edecek ve çikardigi sesleri duyacak idi."

Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.

Fakat validecigim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getirecegim. Ve şu tabii manzarayi gösterecegim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.
O güzel çayirin koyu yeşil bir tarafinda, çamaşir yikayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

Ey Allah'im, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çikarmiyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldim. Cemaat ile namazi kildik. O güzel yeşil çayirlarin üzerine diz çöktüm.

Bütün dünyanin dagdaga ve debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldirdim, gözlerimi yukari diktim, agzimi açtim ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrisi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otlarin, şu heybetli daglarin Halki! Sen bütün bunlari Türklere verdin. Yine Türklerde birak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu taniyan Türklere mahsustur.

"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini Ingilizlere ve Fransizlara tanitmaktir. Sen bu şerefli dilegi ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarini zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"

Diyerek bir dua ettim ve kalktim. Artik benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Dünyanin en güzel yerleri burasi imiş. Yalniz bu memleketlerde dügün olmuyor. Inşallah düşman asker çikarir da, bizi de götürürler, bir dügün yapariz, olmaz mi?

Kadir'e mektup yazdim.

Validecigim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.

Çantayi al, sandiga koy. Ben sana vaktiyle anlatmiş idim., bu dünya böyledir.

Fakat sen merak etme. O parayi vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasil aldik. Yalniz zaman ister.

Validecigim, çamaşir falan istemem, paralarim duruyor, Allah razi olsun.

Oglun
Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915) Alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 July 2006, 09:24   Mesaj No:2

ceylan

Guest
Avatar Otomotik
Durumu:
Papatyam No :
Arkadaşları:
Cinsiyet:
Mesaj: n/a
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:
Takdir Et:
Standart ÇANKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU....

ANZAKLI ÖMERİN HİKAYESİ (Türk olmanın tadına varmak için, lütfen okuyun) Türk olmanın tadına varmak için, lütfen okuyun.
Bu hakiki hikayeyi aktaran, sayın Dr. Ömer Musoğlu 85 yaşındadır ve halen MODA/ İstanbul'da oturmaktadır.

Anzaklı Ömer'in Hikayesi 1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar.. New York'da Medical Center Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor .Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında..

-Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?" dedim.
Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı.. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:
-Siz Türk müsünüz?
-Kaşlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasına bir işaret yaptı.
-Ama ben hala merak ediyorum. "Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?"
-Aldırma öylesine bir şey işte, dedi.
Ben yine ısrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet Türk'üm...."

İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.. Anlatmaya başladı:

"Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de..Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındanım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:
-Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda.. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir. '
Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık.. Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.

Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.

Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz..

Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok olmuştum doğrusu..
Dedim ki kendi kendime:
-'Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler..' Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla 'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış' diyerek pişman oldum.. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.."

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. Peşinden nemli gözlerle
-Bana adınızı söyler misiniz? dedi.
"Ömer" cevabını verdim.
Merakla tekrar sordu:
-Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?"
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Senin adın Müslüman adı mı?
Ben
-Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı,doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
-Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.
-"Olsun" dedim.
-"Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?"
Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş..
-"Tabii" dedim.. "Müslüman olmak çok kolay." Sonra kendisine imanın ve İslam'ın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de ağlıyordu.. Mırıldandı:
-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.
-Beni yalnız bırakma olur mu?"
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslamiyet'i anlat!.. Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor." O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum;
"Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şahadet söylettirdim, o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti...
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim, ağladım... "

Madem ki; düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve adil Türkler var, üzerinde hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir güneş ülke neden vücut bulmasın...
__________________
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü.
Kızkardeşimin gelinligi, şehidimin son örtüsü.
Işık lşık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum,senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın.Mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun.Yuvasını bozacağım.

Senin altında doğdum,Senin dibinde öleceğim.
Tarihim
şerefim,
şiirim,
herşeyim;
Yer yüzünde yer beGen:Nereye dikilmek istersen Söyle seni oraya dikeyim!
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları

Cevaplar Son Mesajlar
ŞEHİTİN MEKTUBU sinliceli Şiir Bahçesi 2 28 July 2008 16:45
sevda mektubu PESTEMAL Deneme & Düz Yazılar 2 29 May 2006 09:24
Asker Mektubu Mekansiz Yakılacak Mektuplarınız 0 01 May 2006 01:11
''Kahır Mektubu'' ihsan034 Şiir Bahçesi 2 14 February 2006 14:48

Yeni Sayfa 1

www.papatyam.org Ana Sayfa

Tefekküre Davet Köşesi

Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın

                       Instagram         

Papatyam alemdarhost.com sunucularında barındırılmaktadır.