KALBINI KUSLARA VEREN ÇOCUK - Papatyam Forum

Papatyam Forum

Go Back   Papatyam Forum > ..::.ÖYKÜLER & HİKAYELER.::. > Öyküler & Hikayeler

Öyküler & Hikayeler Bu Bölümde Türk ve Dünya Edebiyatından Öykülere, Hikayelere Yer Verebilir, Yorum Yapabilirsiniz...

Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Alt 09 July 2006, 18:17   Mesaj No:1

igzuma

Papatyam Kıdemli Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:igzuma isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 778
Üyelik T.: 16 March 2006
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:Kastamonu
Mesaj: 505
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart KALBINI KUSLARA VEREN ÇOCUK

KALBINI KUSLARA VEREN ÇOCUK


‘’Tanri kuslari sevdi, agaçlari yaratti
Insan kuslari sevdi, kafesleri yaratti’’




Bir varmis bir yokmus. Zamanin birinde, daglardan kopup gelen çaglayanlarin arasinda sirin mi sirin, küçük bir köy varmis. Her bahar geldiginde bir baska güzel olurmus buralar. Dogaya binbir canlilik gelir, bir baska güzel akarmis dereler. Arilar, kadife kanatli kelebekler çiçek çiçek gezer, daldan dala uçusurmus türkü gözlü kuslar… Bir efsaneye göre, günes en güzel orada gülermis çocuklara, oraya dökermis isiginin en güzel renklerini. Yeryüzünün en güzel bitkileri, çiçekleri, hayvanlari da oradaymis.

Gökyüzünde her gece yildizlarin dügünü olur, her sabah bir sevincin söleni baslarmis. Düs mü, gerçek mi pek ayirt edilemezmis. Köyün etrafini çevreleyen daglar öylesine görkemli dururmus ki, doruklarinda gökyüzü hep mavi ve engin bir denizi andirirmis. Eteklerindeki derin vadiler boy boy hayvanlar barindirir, onlara analik eder ve bütün kötülüklerden korurmus… En vahsi hayvandan, en sessiz böcege kadar tüm canlilar kardesçe geçinirmis. Bir yesil hali gibi yerleri kaplayan çimenler, nereden çikip nerede tükendigi bilinmeyen piril piril sular, rengarenk çiçekler ve türlü boyali kuslarla bu essiz yer, bir baska yasama sevinci verirmis insanlara.

Iste bu yörede akilli mi akilli küçük bir çocuk yasarmis. Deniz adindaki bu sevimli çocuk insanlari, hayvanlari, kuslari, çiçekleri, agaçlari; yani dogadaki güzel olan her seyi ve bir de herkesin Masal Anasi ismini verdigi bilge ninesini çok severmis. O bu sevgisini lafta birakmaz, geregini her firsatta yerine getirir, insanlarin, hayvanlarin, canli cansiz dogadaki tüm varliklarin haksiz saldirilara hedef olmalari karsisinda, içinde sinirsiz bir öfke ve aci duyarmis. Bu yüzden hep güçsüz ve haklidan yana çikarmis. Çünkü Deniz, ninesinden hep emegi, yardimseverligi, merhametli olmayi, sevgiyi, iyiligi, dürüstlügü, dogrulugu, temizligi, ahlakli ve adil olmayi ögrenmis.

Deniz gün boyu çiçeklerle söylesir, kelebeklerle uçusur, bilge ninesinin ardinda kosusturup dururmus kirlarda. Onun geçtigi yerlerde güller gülümser, sümbüller pembelesir, kuslar sarki söyler, daglar taslar dillenirmis. Hafif hafif esen rüzgarlarla agaçlar egilip egilip birbirini selamlarmis. Deniz nerede solmus sararmis bir çiçek görse, kosar su getirir; koklayip, oksayip yesertirmis. Her sey öylesine ona alisikmis ki, bir gün ortalikta görünmese, çevreden iniltiler duyulur, uzun narin kavaklar bile boynu bükük bakarmis. Öyle ki, çiçekler üzülüp büzülür, kelebekler uçmaz, kuslar türkülerini söylemez, sular sikirtisiz akarmis.

Deniz sadece kuslarla konusmazmis. Köylülerin söylediklerine göre, o bütün hayvanlarin dillerinden de anlarmis. Onlarla saatlerce söylesir. Birbirileriyle iyi geçinmelerini ögütlermis. Iste Deniz, bu gizemli doganin koynunda dogmus, orada büyümüs orada tanimis çiçekleri. Kuslarla dostlugu, arkadasligi da orada baslamis. Küçücük yüregi dünyayi içine alacak kadar genis, sevgisi dünyayi isitacak kadar sicakmis.
Bu güzel çocuk yasamina renk veren, anlam katan sevgisinin sesini de orada bulmus. Hiç bir canlinin baska bir canliya haksizlik etmesine gönlü razi olmazmis. Onun bu sesini duyan her canli bütün kötülükleri unutur, sadece ve sadece iyilik düsünürmüs. Ve bir gün Deniz bu güzelim köyünden ayrilmak zorunda kalmis.

Kuslarin ötüsü, serin sularin çaglayisi kulaklari oksayip yüreklere dökülürken, çiçekler solumalarini siklastirmis. Bütün köylüler gedigin tepesini asip, Deniz’ i ugurlamislar ; iyi yolculuklar dilemisler. Ninesi o kadar çok üzülmüs ki, sözcükler onun ayrilik acisini anlatmaya yetmemis. Hiç bir canlinin baska bir canliya veremeyecegi ve hiç bir canlinin anlayamayacagi bir sefkat ve sevgiyle basmis bagrina. Içi ilik ilik duygularla dolup kabarmis, o yasli yüregine ince ince çaglayanlar akmis da, yangisini söndürememis. Torunu uzaklasincaya dek çirpinan yarali bir kus kanadi gibi, yasli gözlerle el sallamis ardindan, dualar mirildanmis. Deniz uzaklasir uzaklasmaz hemen bütün köylüler onu özlemeye baslamislar. Bu sevginin kaynagi neredeymis, neymis, kimse akil erdirememis.

Deniz sehirler geçmis, trenler, otobüsler, vapurlar, otomobiller ve uçaklar görmüs. Görünce de agzi bir karis açik kalmis. Çünkü köyünü çevreleyen daglarin ötesini hiç mi hiç bilmezmis. Deniz, uygarligin teknolojik nimetlerinden uzak, fakat bozulmamis, kirlenmemis, temiz ve bakir bir doga ortaminda yasarken, babasi onu alip uzak bir ülkeye götürmüs. Bu ülkenin renk renk lale bahçeleri, yel degirmenleri, altin saçli gök gözlü güzel çoçuklari varmis. Ancak getirildigi kent beton yiginlari ile kapli, soluk alinamayacak derecede kalabalik, gürültülü ve telasliymis. Dogup büyüdügü yerlere hiç benzemedigi gibi, her aksam kocaman fabrika bacalarindan çikan, kirli kara bir duman abanirmis kentin üstüne. Kent soluk alamazmis. O zaman gökyüzü isigini yitirir, sokak lambalari bile zar-zor isildarmis.

Burada insanlar kendilerini kalin beton duvarlar arkasina, kuslari kafeslere, çiçekleri özgür dogadan koparip saksilara koymuslar. Kafesteki kuslar aç degilmis ama özgürlükleri yokmus. Saksidaki çiçekler susuz degilmis ama dogal güzellikleri kalmamis. Çiçeklerin renkleri ve kokulari, kuslarin ötüsleri yapaymis. Insanlarin neseleri gülüsleri ve aglayislari da . Okula baslamis Deniz. Siniflar çocuk doluymus, ancak Deniz yalnizmis, bir türlü alisamamis kalabaliklara, kent yasamina… Yitirdiklerini ararmis Deniz, gözünde tütermis insiz köyü, yemyesil daglar, serin pinarlar, kuslar,yeleleri rüzgarda savrulan atlar, koyunlar, kuzular, bir de dünya tatlisi ninecigi.

Onca kalabaligin orta yerinde yapayalniz kalmis; ne o anlatabilmis kendini baskalarina, ne de baskalari onu anlamak istemis. Bir tren geçermis Deniz’in özlemlerinde, bir kus ötermis, o kuytu bir köseye çekilip aglarmis. Kimi zaman özlemi dayanilmaz bir hal alirmis, yakip tutustururmus yüregini. Deniz’in bu durumuna ögretmeni çok üzülürmüs. Ona, “ Sen zeki ve yetenekli bir çocuksun. Bu günler çabuk geçer, buraya da alisirsin.” diyerek Deniz’ i teselli etmeye çalisirmis. Ama o dalginmis, bilincini yitirmisçesine bos bos bakarmis etrafina. Artik düsüncelerinin içinde öyle eriyip yitmis ki, bu ona sonsuz derece aci verirmis.

Bir de Deniz’ in kafasini sürekli yoran bazi sorular varmis. Neden kuslarin, çiçeklerin özgürlüklerini kisitlayip, kafeslere ve saksilarda tutsak olarak yasatirlar? Kuslar ve çiçekler evlerdeki saksilar ve kafesler için yaratilmamisti ki! Acaba bütün bu haksizliklar ve acimasizliklar geçici ve basit bir doyum duygusu için miydi? Peki, kocaman adamlarin bu tutumuna karsi, ya çocuklar niçin kayitsiz kaliyordu? Onlar, kuslarin ve çiçeklerin özgürlügü için neden bir çaba harcamiyorlardi? Deniz bu sorunlari günlerce düsünmüs; çiçeklerin saksilara, kuslarin kafeslere konulmasina bir anlam yüklemeye çalismis, ama becerememis. Gün geçtikçe suskunlasmis; konusmaz, gülmez olmus ve yemeden içmeden kesilmis. Sanki uzak diyarlarda dilsiz, kolsuz, kanatsiz kalmis. Gitgide içine kapanmis, yapilan bu haksizliklara öfkelenmis, ancak bagirip çagirmamis, suskunlukla direnmis.

Derken bir gece hastalanmis Deniz. Günlerce atesler içinde yatmis, yatarken de köyünü sayiklamis, uyanikken Perihan Ninesini hayal etmis. Ninesi yine ona ögütler vermis, destek olmus yalnizliginda , yol göstermis. Ninesi Deniz’e “ Konus Deniz’im , yine göz kirp yildizlara, çiçeklere gülümse, gülücükler dagit, göster sevgi dolu yüregini herkese. Iyi olmalisin sen, hastalanirsan üzülürüz. Yasli yüregim dayanamaz acina. Sonra bütün kuslar da üzülür; daglar, taslar baslar aglamaya. Yerin kulagi duyar olup biteni, bütün ormanlar yas tutar. Menekseler sulara döker kirpiklerini, sular aci keser, aci yollari…” dermis.
Sonra bir an duraksar, yorgun cigerlerini soluklandirir ardindan Deniz’in saçini oksar, konusmasini yine sürdürürmüs. Ama Deniz onun söylediklerinin çogunu duymaz, atlarin kisnemeleri, kuzularin melemeleri arasinda rüyalara dalarmis.
Köyünde iken her aksam yatmadan önce ninesi, Deniz’e kuslar, çocuklar ve çiçeklerle ilgili masallar anlatirmis. Sonra. “o yildiz senin, bu yildiz benim” diye ninesiyle yarisir, gökyüzünün sonsuz isiltisina bakar, uyurlarmis. Oysa Deniz bu kente geleli bir yildiz bile görememis. Günler sel gibi, haftalar yel gibi geçip gitmis.

Deniz iyilesip eski sagligina kavusmus ama özlemi hiç mi hiç dinmemis. Nereye gitse özlemini de oraya götürmüs. Zaman zaman özlemi içinde onulmaz bir sizi olur depresmis.Ne yapsa ne etse önüne geçemezmis. Deniz zeki, enerjik, basarili ve itinali bir çocukmus. Ögretmenleri onun bu niteliklerini yararli bilgi ve saglikli bir çevre bilinciyle dengede tutmak için yogun bir çaba içine girmisler. Deniz de yavas yavas okul yasamina alismis. Bu nedenle ögretmenleri iyi bir sey basarmis olduklarini düsünerek gönenmisler, kivanç duymuslar. Çünkü Deniz en zor meseleler üzerinde bile inanilmaz ölçüde düsünceler üretir, günlük ders ve ödevlerini büyük bir istekle hazirlar, olumlu taraflarini gelistirmeye çalisirmis. Deniz her zaman sevimli, duygulu, insanlari kirmamaya özen gösteren, herkesin yardimina kosan bir çocuk oldugunu göstermis. Onun doga sevgisi ve bilgisi de herkesin dikkatini çeker ve bu güzel nitelikleri sebebiyle, daha çok sevilmesini saglarmis. Hatta, onun bu özelliklerini ögretmenleri diger çocuklara anlatip, örnek gösterirmis. Anne ve babasi da Deniz’ i bu meziyetleri nedeniyle dünyanin en akilli çocugu olarak görürlermis.

Deniz bir yandan çevresine uyum saglamaya diger yandan da kendine yeni ugrasilar edinmeye çalisiyormus. Iste o günlerde, evlerinin önündeki küçük bahçeyi düzenlemek aklina gelmis ve simdiye kadar bunu düsünemedigi için de kendine kizmis. O günden sonra en büyük ugrasi bahçesi olmus. Oraya çesitli bitkiler dikip, çiçekler ekmis. Bahçesindekiler de boy verip renklenince bütün bos zamanlarini onlara bakmakla geçirir olmus. Çiçeklerin yaninda mutlu olurmus ya yine de içten içe hüzünlenirmis. Çünkü, Deniz bu insanlari anlamiyormus. Onlar, kendilerini dogadan uzak, beton duvarlar arkasina kapattiklari yetmiyormus gibi kuslari da kafeslere tikiyorlarmis…

Her sey bir yana da ya o büyük kentlerin meydanlarinda gördügü sürü sürü tembel güvercinlere, kirli kanal sularinda nazli nazli yüzen kugulara ne demeliydi! Böylesine kanatlari olur da, kentlerin o pis havasinda, suyunda nasil dururlardi? Uguldayan is makineleri, gögü kirleten fabrika bacalari, araba sesleri, eksoz dumanlari, müzik diye zangir zangir bagiran hoparlörler ve estetikten uzak, çirkin apartmanlarin arasinda nasil yasanir? Deniz bu sorulari durmadan sormus kendine, ama yanit bulamamis. Çocuk akli anlamaya, yanitlamaya yetmemis bu sorulari.

Ve günün birinde öfkesi öylesine büyümüs ki, gidip babasinin onarim islerinde kullandigi keskin mi keskin testereyi alip, firlamis sokaga. Kafes gördügü ilk eve dalmis ve buradaki kafesi kesmis. Ve günden sonra, her gece evlere girip, kafeslerin çubuklarini keserek kuslara özgürlüklerini vermeye baslamis. Deniz’ in bu yaptiklari kafes sahiplerini çilgina çevirmis tabi. Günlerce gazetelere ilanlar verilip, duvarlara afisler asilmis. Radyo ve televizyonlarda duyurular yayinlanmis. Bu yayinlarda, “ Korkunç ve affedilemez suçu isleyen canavar ” hakkinda bilgi verenlerin ödüllendirilecegi açiklaniyormus.

Ancak Deniz yilmamis. Yine her firsat buldugunda evlere, bahçelere girip kafesleri kesmeye devam etmis. O ülkeyi yönetenler çok kizmislar bu ise, kentin bütün polisleri bu kafes canavarini yakalamak için yarisa girismis, günlerce pusu kurup beklemisler. Ama bu bir sonuç vermemis. Bir defa polis, asker bütün ülke düsmüs bu kafes canavarinin pesine.

Yine günler, haftalar, aylar geçmis ama Deniz’i yakalayamamislar. Deniz, bir aksam yine elinde testeresiyle büyükçe bir eve girmeye çalistigi sirada pusu kuranlar tarafindan yakalanmis. Ve bu haber ülkenin her yaninda bomba gibi patlamis. Gazeteler Deniz’in boy boy fotograflarini basmis, televizyonlar çesitli görüntüleri getirmis ekranlarina, radyolar ise her haberinde duyurmuslar. Ilgililer ise bu “canavarin’’ yakalanisina müthis sevinmisler. Günlerce süren sölenler düzenlenmis, bayram gibi kutlamislar bu basarilarini.

Ama bu sevince katilmayanlar da varmis: ülkenin altin saçli, gök gözlü, güzel çocuklari Deniz’in yakalanisini üzülerek karsilamislar. Topluca gösteriler düzenleyip yönetimi protesto etmisler. Özgürlük istemisler. “ Deniz özgür olsun.” demisler. Ancak çocuklarin bu çigliklarini sagir yürekler duymamis. Mahkemeler kurulmus, kurullar toplanmis, dünyanin dört bir yanindan pedagoglar, psikologlar, bilim adamlari çagirilmis. Herkes Deniz’in isledigi suçun nedenini arastirmaya koyulmus.

Ilk gece, polis merkezinde üsüyüp aglayan Deniz’in gözünü uyku tutmamis. Yaptiklarini ve kendisine yapilanlari düsünmüs. Kendince suç kavramini sorgulamis ve “ kim suçlu? ” sorusuna yanitlar aramis. Kafeslerini kirdigi ev sahiplerini düsünmüs, sonra da özgür kalinca kanatlarini sevinçle çirpan minik kuslari… Arkadaslarini, ögretmenlerini, anasini ve babasini, ninesini düsünmüs. Yüregi sizlamis Deniz’in. Hepsini de özledigini anlamis. Ertesi gün ziyaretçileri gelmis Deniz’in. Ögretmenleri ve okul arkadaslari gelmis, renk renk çiçekler, çesitli hediyeler verip onu teselli etmeye çalismislar. Ziyaret saati bitince de boyunlarini büküp gitmisler. Ardindan bütün ülkenin sari saçli, gök gözlü çocuklari Deniz’e üzüntülerini belirten kartlar, mektuplar göndermisler. Ama kurulan mahkeme çok acimasizmis. Çocuklarin protestosunu da hiç önemsemiyormus. Deniz’i, diger çocuklara da kötü örnek olmasin diye cezalandirmak istiyormus yargiçlar.

Deniz, uykusuz geçirdigi bir gecenin verdigi yorgunlukla hemen uykuya dalmis ve dalar dalmaz da baslamis rüyalar görmeye. Rüyada yasli bir ninecik oturmus bir pinarin basina, Deniz’ e “ Körler Ülkesi ” masalini anlatiyormus, ama bu bilge ninesi degilmis. Rüyadaki ninenin anlattigi masal söyleymis:

‘’Evel zaman içinde, kalbur zaman içinde, dünyanin bir yerinde, bir baba ile ogul varmis, bunlarin fazlaca bir dertleri yokmus; isleri, aslari onlari kimseye muhtaç etmezmis. Ama babanin bir sorunu varmis; oglunun egitimsizligi ve cehaleti. O devirlerde ne oglunu gönderebilecegi bir okul ne de ders verebilecek ögretmenler varmis. Okul ve ögretmenler yokmus ama çocuk dünyayi tanimali ve bilmeliymis. Çünkü babanin inanci, “Alimler gözlüdür, Cahiller ise kör’’ biçimindeymis. Sonuçta baba karar vermis; oglunun gözü açilmali, dünyayi görüp tanimaliymis. Baba ile biricik oglu bilinmeyen ülkelere dogru yola çikmislar. Az gitmisler uz gitmisler, sonunda bir de bakmislar ki, Körler Ülkesi diye bir yere gelmisler. Olacak bu ya, tam körler ülkesine geldiklerinde, çocuk bir hastaliga yakalanmis.Eli ayagi tutmaz olmus. Baba saskin, çocuk bitkin uçan kustan medet ummuslar. Tam o anda babanin etrafina toplananlar “ korkma” diye yüreklendirmisler. Ve, “Siz buraya Körler Ülkesi dendigine bakmayin, buranin öyle becerikli bir hekimi var ki kime dokunsa hastaligindan iz kalmaz.” demisler. Böylece baba yatistirilmis ve çocuk tez elden hekime kavusturulmus. Hekimbasi usta parmaklari ile hastasini tepeden tirnaga bir güzel yoklamis. Hemencecik de illetin nedenini bulmus: Sorun çocugun gözlerinde imis... Burnun ile alnin birlestigi noktanin saginda ve solunda bulunan çukurlara gömülü, bingil bingil devinen oval iki cisimcik. Açilip kapanan birer deri kapakla örtülü…. Iste hepimizin bildigi insan gözü, illetin nedeniymis. Hekim böyle söylemis, teshisi böyle koymus. Operasyon kisa sürede bitmis, disariya çikarmislar çocugu. Baba bir de ne görsün, çocugun dünyayi görüp taniyacagi gözlerinin ikisi de yerlerinden çikarilmis. Çünkü Körler Ülkesinde herkeste göz düsmanligi varmis. Körler bilginin isigin, aydinlanmanin en önemli araci olan göze düsmanmis. Daha o çaglarda “aydinlik ile karanligin, bilgi ile cehaletin” savasi varmis. Ancak baba ve ogul geç anlamislar bu gerçegi ve agir ödemisler bedelini. Ve bu sonuç karsisinda sanki dünya bir anda baslarina yikilmis baba ile ogulun. Yasam zindan olmus, ama ne aci duyacak halleri kalmis, ne de aciya dayanacak güçleri. Aciyi aciyla bastirmislar boynu bükük.’’…

Deniz gördügü düsün etkisiyle ter içinde uyanmis. Bir korku gelmis, sikica sarilmis bogazina. Kendini o hekimin elindeymis gibi hissetmis. Sevdigi onca yüzü düsünmüs, ama hiç birisini animsayamamis, sisler arasinda yalniz kalmis. Bir yerlerden ince bir ezgi çarpmis kulaklarina, çogalan, delirten bir ezgi….Usuna babasinin üzgün, perisan yüzü gelmis, bir güvercin uçuvermis yüreginden, aciyla ürpermis. Deniz’in agzindan “ Baba!” diye bir inilti çikmis. Sonra gördügünün korkulu bir düs oldugunu fark edince derin bir oh çekip rahatlamis.

Derken durusma günü gelmis binlerce çocuk, yigilmis mahkemenin önüne, onlarca polis otosu esliginde Deniz mahkemeye getirilmis. Yargiçlar sertçe bakmislar Deniz’e. Savci iddianamesini okumus, yargiçlarin en yaslisi korkutucu bir sesle “ Bütün bunlari neden yaptin?” diye sorular yöneltmis. Yargiçlarin bütün sorularina Deniz susarak yanit vermis. Yargiç öfkelenmis daglar kadar. Deniz’i azarlamis. “ Sende hiç acima duygusu yok mu, kalp yok mu? ” demis. Deniz ise “ Ben kalbimi kuslara verdim.” diyerek ilk ve son yanitini vermis. Yargiçlar kendi aralarinda fisildasip, konusmuslar. Sonuçta Deniz’in bir kus gibi, demirden bir kafese konulup uzak ve issiz bir ormana birakilmasina karar verilmis.

Bu haber dünyadaki bütün kuslara yildirim hiziyla yayilmis. Bir çok kus toplanip, kanat çirpmislar, dönmüsler gökyüzünde, sonra da hep birlikte saldirmislar kafese, günlerce gagalamislar ama nazli gagalari parmakliklari kirmaya yetmemis. Kafesi parçalayamamislar. Parçalayip da Deniz’ i özgürlügüne kavusturamamislar.

Günlerce düsünmüsler ve sonunda Deniz’i köyünün güzel ormanina götürmeye karar vermisler. Bütün kuslar kanat açip, kirk gün kirk gece, dag demeden deniz demeden uçmuslar. Deniz’in o güzelim köyünün ormanina ulasmislar. Yagmur yagdiginda hepsi birden kanatlarini kafesin üstüne gerip korumuslar. Günes açtiginda sevinmisler. Dünyanin her yerinde türlü türlü yiyecek ve çesit çesit kitap tasimislar. Kuslar her aksam kafesin etrafinda toplanip ötüserek Deniz’i teselli etmisler. Civiltilarla uyutmuslar, her sabah yeniden en güzel sesleriyle uyandirmislar. Beraberce gülüp, oynayip, sarki söylemisler.

Deniz onlara siirler okumus, bilge ninesinden ögrendigi masallari anlatmis, kuslar Deniz’i anlarmis Deniz de kuslari…… Iste o gün bu gündür dünyanin bütün kuslari yavrularina kuslara kalbini veren çocugun masallarini anlatirlarmis. Ve onun içindir ki, dünyanin her yerinde kuslarin yalniz bir sabah bir de aksam öttügü söylenir……..
__________________
[size=10pt]Nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok...
Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok...
[/size]

http://img208.imageshack.us/img208/2...msultanub8.gif
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları

Cevaplar Son Mesajlar
ZARAR VEREN GIDALAR umut Sağlık tavsiyeleri 0 25 June 2008 16:54
Anneleri ele veren burçlar PESTEMAL Genel Astroloji-Fal Dünyası 0 10 March 2008 12:01
DERS VEREN GÜZEL BİR FIKRA pamukKALE Gülmece 2 29 May 2007 08:46

Yeni Sayfa 1

www.papatyam.org Ana Sayfa

Tefekküre Davet Köşesi

Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın

                       Instagram         

Papatyam alemdarhost.com sunucularında barındırılmaktadır.