|
Deneme & Düz Yazılar Bu Bölümde Türk ve Dünya Edebiyatından Deneme ve Düz Yazılara Yer Verebilir, Yorum Yapabilirsiniz... |
|
Seçenekler |
06 January 2012, 11:31 | Mesaj No:1 |
Papatyam Editörü
Durumu:
Papatyam No :
1242
Üyelik T.:
19 February 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:İSTANBUL
Yaş:62
|
Aşkların en güzeli
Aşkların en güzeli Aşkların en güzeli Yüksek bir dağın zirvesinde akşam olmakta, günün son ışıkları yavaş yavaş kaybolmaktaydı. Genç adamın yüzündeki hüzün, anılarını derin yaşadığını gösterir gibiydi. Kırkbeş yaşındaydı, kumral saçları, geniş alnının üstüne düşmüştü, gözleri koyu kahverengi, burnu biraz uzun ve sivriydi. Kırlaşmış bıyığı ince olan üst dudağını örtüyor alt dudağının şeklini daha da meydana çıkarıyordu, kolları adaleli olmakla beraber ince uzun bacakları ve uzun gövdesi onu olduğundan da zayıf gösteriyordu. Bu gün erken yatması lazımdı yarın cuma günüydü sabah günün ilk ışıklarınla yola çıkacak kasabaya gidecekti. Karşısında duran kulübeye gitmeden önce şömineyi yakmak için birkaç kuru odun parçasını topladı. Kulübe ufaktı biri ön cepheye öbürü arka cepheye bakan iki camı vardı, kapıdan girince sağ tarafta iki duvar arasına sıkıştırılmış bir yatak sol tarafinda ise camın önünde, hem yemek hem de yazı masasi vazifesi gören tahtadan yapılmış bir masa duruyordu. Masanın hemen yanındaki dolap aynı zamanda mutfak tezgahı olarak kullanılıyordu. Yatağın tam karşısındaki duvarda zevkle yapılmış bir şömine vardı. Kapıdan içeri girildiğin de ise insanın gözüne karşıda camın hemen yanında bir sandalye ve üzerine itinayla konulmuş leylak renkli bir hırka çarpıyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla kalktı. Mayısın ikinci haftasıydı, tabiat kış uykusundan uyanmış etraf rengarenk çiçeklerlen bezenmişti. Ağac yapraklarının arasından süzülen ışıklar yeşilin her rengini tabiata sunmakla sanki yarış ediyorlardı. Acele etmesi gerekiyordu, yolu uzundu ancak akşam üstü kasabada olurdu. Hemen yola koyuldu sadece iki kişinin gecebileceği toprak yolun sağ tarafında yamaçta gizlenmiş bir orman sol tarafinda ise tek sıra ile dizilmiş ağaclar vardı. Birden kendini çocuk gibi hissetti sağ tarafta saklanmış ormanın bir ordu, sol taraftaki sıra ağacların ise onları koruyan nöbetçi askerler olduğunu düşündü. Kenarda duran ağactan kopmuş kalınca bir dalı eline aldı, sağa sola savurmaya başladı. Bir yandan bağırıyor bir yandan da görünmeyen düşmanlarlan savaşıyordu. Burası onların beraberce isim taktıkları ormanlar köyüydü buraya düşmanlar giremezdi. Hayallerindeki düşmanlarlan savaşarak nihayat dere köyüne geldi elindeki dalı bir kenara atıp burada yemek molası vermeye karar verdi zaten öğlen olmuş karnıda acıkmıştı. Yolun sol tarafından akan dere, dağın görünmeyen bir yerinden çıkıyor, sanki cetvelle çizilmiş gibi düz bir şekilde bir müddet akıyor sonra aniden yine kayboluyordu. Bu dağ da en çok sevdikleri yer burasıydı. Burada kumrular gibi birbirlerine sarılırlar kulaklarına sevgilerini fısıdarlardı. Onun yanında olmasından büyük bir haz alır ona ne kadar muhtaç olduğunu düşünürdü. Ikisi de ayrı şehirlerde oturuyorlar ve birbirlerini çok özlüyorlardı karar vermişler artık mayısın ikinci haftasında buluşacaklar bu özlemlerini gidereceklerdi. Bu kasabaya geldigi ilk gün bir otelden öteki otele girip çıkmış onu aramıştı. Onun ise yine her zamanki muzipliği tutmuş kaldığı oteli bildirmemişti. En sonunda onu kasabanin bir köşesine saklanmış ufak bir otelin lobisinde bulmuştu. Arkası kapıya dönük oturmuş, geldiğini görmemişti yanına gidip yanağına bir öpücük kondurmuştu, onun nasıl hırsla döndüğünü ve karşısında kendisini görünce boynuna sarılıp dakikalarca ağladığıni bir türlü unutamıyordu. Dağın eteklerine kurulmuş bu kasabada gezilecek çok yer yoktu. O yüzden her sene bu dağa çıkar tabiatın güzelliklerini seyrederlerdi. Her yere bir isim takmışlardı dereköyü de onlardan biriydi. Burada sadece tabiatın ufak canlıları bulunurdu. Buraya geldiklerinde bazen kuşların derenin sığı bölümünde yıkandıklarını seyreder bazen de su içmek için gelen ceylanları ürkütmemek icin nefes bile almazlardı. En cok sevdiği yer kulübenin sağ tarafinda bulunan ağacların gizlediği cennet dedikleri yerdi. Buradan bakıldığında kasaba bütünüyle görünür, kendinizi kuş olmuş kasabanın üstünde uçuyormussunuz hissini veriridi. Burada tabiat hic bir güzelliğini gizlememiş bütün ihtişamını gözler önüne sermisti. Karnı doymuştu kasabaya doğru yol almaya başladı. Bu yollarda çocuklar gibi koşuşları, birbirlerini yakaladıkları zaman nasıl sarılıp koklaştıkları, bazende bir ağacın tepesine çıkıp onu dakkikalarca arattığı gözlerinin önünden gitmiyordu. Kasabaya çok yaklaşmıştı. Uzaktan tek tük evler gözüküyor insanların sesleri kulağına kadar geliyordu. Evler en fazla üc katlıydılar çoğu bahce içinde bir veya iki katlı evlerdi. Yolda tanıdığı birkaç insana rastlayıp selamlaştı. Kasabanın merkezine geldiğinde artık akşam olmuş etraf kararmaya başlamıştı. Önüne gelen ilk otele girdi. Otelin barında bir iki kadeh içtikten sonra çıktı başka bir otele gitti. Yine birkaç kadeh içti o otelden de çıktı. Her sene yaptığı gibi bütün otelleri dolaştı. En son otele geldiğinde akşamın son kadehini sevdiği kadına kaldırdı, artık birşey düşünmek istemiyordu. Senelerdir hep bu zamanda kendisi için ayrılan odasına çıktı. Yorulmuştu, hemen uyudu. Bu kasabada ilk buluştukları zamandan bu zamana tam onsekiz yıl geçmişti. Genç adam evliydi bir kız bir erkek iki çocuğu vardı. Karısınıda çok seviyordu ama bu aşk başkaydı o yanında olduğunda kendini güvende hissediyor bütün dertlerini anlatabiliyordu. Büyük aşkıda sesini çıkartmadan dinliyor o güzel essiz kalbiyle onu avutuyordu. On sene böyle geçti. Ertesi sene çok sevdiği kadın gelmedi simdi sekiz senedir buraya yalnız gelir ilk günkü gibi bütün otellerde onu arardı. Sabah kalktığında başı çatlıyordu yine biraz fala içmişti güzel bir kahvaltıdan sonra hesabı ödedi ve meydandaki çiçekçiye doğru yürümeye basladı. Hep aynı çiçekçiye giderlerdi, oradan mevsimin daha yeni açmaya başlamış mor leylaklarından alır dağa kulübenin oraya giderlerdi. O zamanlar kulübe yıkılmak üzeriydi her sene bir tahtasını çakarlar önün de getidikleri yemekleri yerler çiçekçiden aldıkları leylaklarla odayı süslerlerdi gece orada kaldıktan sonra ertesi sabah yine kasabanın yolunu tutarlardı. Çiçekçi yaşlı bir adamdı şimdi daha da çok yaşlanmıştı fakat işini çok sevdiği için, oğulunun yanında ona yardımcı oluyordu. Asık yüzlü pek gülmeyen bir adamdı, onları gördüğü zaman yüzünde bir değişme olur fakat gülümseyip gülümsemediğini bir türlü anlayamazlardı. Yaşli çiçekçi alışmış her sene bu zaman leylakları bizzat kendisi hazırlar yanında çalışanların ellerini sürmelerine müsaade etmezdi. Çiçekçiden içeri girdiğinde leylaklar buket yapılmış bir kenarda duruyorlardı. Yaşlı adam hiç konuşmazdı, bunca senedir neden artık yalnız geldiğini bir kere olsun sormamıştı. Yaşlı çiçekçi itinayla hazırlamış oldugu leylakları yine aynı itinayla genç adama verdi ve yine sormamıştı. Kulübeye geldiğinde gece olmuştu. Duvarda asılı gaz lambasını el yordamıyla buldu. Lambanın soluk ışığında leylakları vazo diye kullandıkları yarıdan kesilmiş, plastik su şişelerinin içine koydu, odanın her köşesine vazoları yerleştirdi ve leylak kokuları arasında uykuya daldı. Sabahın erken saatlerinde uyandı bu gün günlerden pazardı biraz bir şeyler atıştırdı, büyük bir titizlikle traş oldu, yanında getirdiği takım elbisesini giydi; geride kalan bir kaç eşyasını ufak bir çantaya yerleştirdi, eline bir demet leylaklardan aldı, son bir defa kulübenın içine gözlerini gezdirdi ve yavaşca kapıyı kapatıp dışarı çıktı. Ellerinde çiçeklerle kulübenin sağ tarafındaki ağacların ve çalıların gizlediği cennet diye adlandırdıkları yere doğru yürümeye başladı gözlerindeki yaşlari artık tutamıyor bir ip gibi yanaklarından aşağıya süzülüyordu. O Muhteşem tabiat güzelliğinin bulunduğu alana geldiğinde artık hiçkırıklarını tutamıyordu. Burdaki güzelliğin ortasında her zaman burada olduğunu hayal ettiği o kadın duruyordu. yanına gitti, hayalini iki yanağından öptü; eteklerinin uçuna yere mor leylakları bıraktı ve koşar adımlarla cennetlerinden çıktı. Külübenin kapısının yanında duran çantasını aldı gözlerindeki yaşlar hala durmamıştı. Adeta koşarcasına dağdan aşağı inmeye başladı son bir kez dönüp arkasına baktı, sekiz senedir aynı yerde, kulübenin önünde; meleklerin en güzeli annesi durmuş ona el sallıyordu. Bir dahaki sene yine mayısın ikinci haftasında buluşmak üzere son birkez büyük aşkına el salladı. Genç adam öğleden sonrakı otobüse yetişecekti, gece evde olurdu çok sevdiği karısı ve çocuklari onu bekliyorlardı. Simdi bütün arzusu bu kutsal vazifesi için çocuklarının annesine teşekkür etmek, onun da anneler gününü kutlamaktı.
__________________
*********ASLA BİRİLERİNİN UMUDUNU KIRMA BELKİDE SAHİP OLDUĞU TEK ŞEY "O" DUR ********** KALEGÜNEY |
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları |
Cevaplar | Son Mesajlar |
Aşkların Yalan Olduğunu | Silver | Şiir Bahçesi | 0 | 12 January 2013 20:41 |
Yaprak Güzeli, Kolyoz (Coleus) | umut | Bitkiler ve Özellikleri | 0 | 07 September 2011 12:41 |
Aşkların En Güzeli | PESTEMAL | Deneme & Düz Yazılar | 1 | 07 March 2007 11:52 |
Aşkların En Güzeline | igzuma | Şiir Bahçesi | 0 | 06 January 2007 01:24 |
Sen Ölümsiz Aşkların Katili | Mekansiz | Yakılacak Şiirleriniz | 0 | 03 April 2006 14:51 |
Tefekküre Davet Köşesi |
|
Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın |