Papatyam Forum - Tekil Mesaj gösterimi - XV ve XVI. ASIRLARDA OSMANLILARDA ILMI HAYAT
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25 February 2008, 12:07   Mesaj No:3

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart XV ve XVI. ASIRLARDA OSMANLILARDA ILMI HAYAT

26 Mayis 1996 tarihli Milliyet Gazetesi'nin dördüncü sayfasindaki haberde, hastaliklarin musikî ile tedavisi hakkinda söyle deniyor: "Türk müzigi ile tedavi yönteminde Almanya'da 25 denek üzerindeki çalismalarin olumlu sonuç verdigi belirtildi. Uzmanlar, Türk müzigi dinletilen ve beyin dalgalari filme alinan deneklerin, tedaviye olumlu reaksiyon gösterdigini açikladi. M.Ü. Türkiyat Arastirmalari Enstitüsü Ög. Üyesi ve Etnomüzikoloji Merkezi Baskani Y. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç, Viyana Üniversitesi Müzik Psikolojisi Bölümü ve Köln Spor ve Sanat Akademisinde Türk müzigi ile tedavi çalismalari yapildigini kaydetti. Güvenç "Trakya Üniversitesi'nde bir bölümün açildigini 4 yabanci ögrencinin buradan mezun oldugunu, Avrupa'da endokrik sistemle Türk müziginin iliskisi de arastirilmaya baslandigini açikladi. Bu arastirma ile müzigin iç salgi bezlerini ne gibi degisiklige ugrattigi ortaya çikacak dedi. Gazete haberini su sekilde devam ettirmektedir:

"Dinle iyiles:

Rast :Felc, bas ve göz agrilarina

Buselik: Kulunç ve bel agrilarina

Ussak: Uykusuzluk

Rehavî: Sirt agrisi

Hüseynî: Kalp, karaciger, mide ve sitma

Hicaz: Böbrekler

Zirefkent: Mafsal agrilari

Isfahan: Atesli hastaliklar

Nevâ: Kadin hastaliklarina."

Günümüz üniversitelerinde arastirmaya konu olan müzikle tedavi, XV. asir Osmanli dünyasinda uygulaniyordu. Nitekim Sultan II. Bâyezid, Kili ve Akkirman fethine giderken Edirne'de bir süre konaklar. Tunca Nehri'nin kenarinda 23 Mayis 1484 Cuma günü Câmi, Hastahane, Medrese, Imâret, Tophane, Hamam, Degirmen ve Köprüden ibâret büyük bir külliyenin temelini atar. O, bu külliye için de vakiflar tahsis eder. Müessesenin isleyisi için de bazi sartlar koyar. Buna göre:

"Merhum ve magfur Bâyezid-i Veli, vakifnâmesinde hastalara deva, dertlilere sifa, divânelerin ruhuna gida ve def-i sevda olmak üzere on aded hânende (okuyucu) gulam tahsis etmistir ki, üçü hânende, biri nezyen, biri kemanî, biri musikarî, biri santurî, biri udî, olup haftada üç kerre gelerek hastalara ve delilere musikî fasli verirlermis. Yüce Tanri emriyle nicesi sarkidan ve sazdan yararlanir, hos hal olurlar. Hakka ki ilm-i musikîde Nevâ, Rast, Dügâh, Segâh, çargâh ve Suzinak makamlari onlara mahsustur. Ama makam-i Zengûle ile makam-i Bûselikte Rast karar kilsa âdeme hayat verir. Cümle saz ve makamlarda ruha gida vardir."

Bes Buçuk Asirlik Türk Tabâbeti Tarihi adli eserinde Osman Sevki musikî ile tedavi konusunda sunlari söylemektedir: "Türk tabâbeti, genislik ve kapsam itibariyle çok ileri idi. Türkler, tabâbet ve saglikla ilgili bulduklari bilgilerden uygun gördüklerini hemen alip uyguluyorlardi. Müzikle tedavi, Türk tabiblerinin icadi degildi. Bununla beraber bu tedavi tarzi, Türk tabiblerinin elinde gelisme gösterdi." Osman Sevki, Türk musikî âletleri hakkinda bilgi verdikten sonra haftanin belli gün ve saatlerinde hastahanelerde mehterhâne-i hakanî'nin çalindigini, ayrica hastahânelerin musikî takimlarinin bulundugunu ve buralarda çalin enstrümanlari da vererek Rast'in felce, Irak'in atesli hastaliklara, Isfahan'in zihin açikligi, zekâyi gelistirme, düsünce ve gönül baglarinin yenilenmesi arzu olunan hastalara, Rehâvî'nin bas agrisi ve hafakani olanlara uygundu. der.

Osmanlilarda, sözü edilen dönemlerde özellikle akil hastalari musikî, su sesi ve çiçeklerle tedavi edilmeye çalisilirken XVIII. yüzyila kadar Avrupa'da, benzer hastaliklarin seytanla isbirligi yaptigina inanilarak öldürülmeleri ve hatta diri diri yakilmalari bilgisizlik ve dinî taassubun bir örnegi olarak zikredilebilir.

Osmanlilarin, yukarida kismen temas edilen sahalardaki gelismislik ve dönemlerindeki dünya devletlerine göre olan üstünlüklerinin tamamindan bahsetmek elbetteki mümkün degildir. Ancak biz, ilmî gelisme ve ilerleme bakimindan Osmanlilarin XV ve XVI. asirlarindan, günümüzün deyimiyle klip sahneler halinde ve bir nebze bahsetmek suretiyle canli anektodlari gözler önüne sermeye çalisacagiz. Bir nebze diyoruz çünkü, belirtilen asirlarda yasamis ve ilmî gelismelerde katkisi bulunmus olan sahsiyetin hayatindan bahsetmek bile, basli basina bir eseri dolduracak kadar yer kaplar. Bu sebeple sadece birkaç kisiden kisaca bahsedecek, daha sonra da belli sahalardaki bazi isimleri vermekle yetinecegiz.

Bahsedecegimiz bu sahsiyetlerden biri, babasindan sonra Osmanogullari'nin en bilgini olarak kabul edilen II. Bâyezid'dir. Onun hayat hikâyesi, döneminin ilmî anlayis ve gelismeleri hakkinda bize bir fikir verecektir.

Sultan Bâyezid, sehzâdeliginden beri etrafina ünlü bilginleri toplayip kendisini yetistirmeye gayret etmisti. Ayni zamanda sair olan ve siirlerinde "Adlî" mahlasini kullanan Bâyezid'in bu siirlerinin büyük bir kismini (1256 kadar) gazellerin meydana getirdigi küçük hacimli divani Istanbul'da 1308'de basilmistir. Hat san'atinda da oldukça yetenekli olan II. Bâyezid'in, Uygur yazisini okumayi ögrendigi, biraz da Italyanca bildigi kabul edilmektedir. O, mükemmel bir tahsil görmüstü. Türkçe, Farsça ve Arapça'yi edebiyatlari ile ögrenmis, Islâmî Ilimler, Felsefe, Matematik ve Musikî tahsil etmisti. Türkçe'nin Çagatay lehçesi ile Uygur alfabesini ögrenmisti. Bestekâr, hattat ve sairdi.

Onun, bilginler ve san'atkârlar için ayrilmis özel bir bütçesi vardi. Kendisine takdim edilen eserlerden degerli bulduklarinin müelliflerini tesvik ederdi. Dinî emirlere bagli bir hükümdardi. Bu sebeple ilim ve ilim adamlarini seviyor, ilmî gelismelere vesile olabilecek her çareye basvuruyordu. Bu çarelerin basinda da süphesiz ki dinî ve ilmî kurumlarin tesisi ile fizikî mekanlarinin saglanmasi geliyordu. Onun bu sekilde çalismasi, döneminin ileri gelen devlet adamlari ile zenginler için de itici bir güç oluyordu. Nitekim, hükümdarlarinin bu uygulamasini gören birçok vezir, imâret ve bunlara gerekli olan tahsisatlari temin etmislerdi. Bu münasebetle Ali ve Mustafa Pasa'larin isimleri zikredilmeye deger. O, saltanati müddetince ilim adamlarini, sair ve sanatkârlari himâye etmisti. II. Bâyezid, bu himâyenin karsiligini da nâmina yazilan birçok eserle almisti. Kendisine takdim edilen eserleri okumak, onun en büyük özelligi idi. Amasya'da maiyetinde bulunan Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin tavsiyesi ile Ibn Kemâl diye söhret bulan Ahmed Semseddin'e meshur tarihini yazdirmistir. Daha önce Akkoyunlularin hizmetinde bulunan ve Safevîlerin galebesi üzerine, Osmanlilara iltica etmis olan Idris-i Bitlisî'yi de himaye ederek ona meshur "Hest Behist" isimli tarihini kaleme aldirmisti.

II. Bâyezid, güzel sanatlarin bir kolu olan hattatlikta da mahirdi. Amasya'daki valiligi sirasinda, Seyh Hamdullah'tan hat dersleri almisti. Nitekim, Seyh Hamdullah ile aralarinda siki bir münasebet bulunan II. Bâyezid, Seyh'in mânevî dünyasinda kendini bulurken, ayni zamanda dizinin dibinde hokkasini tutarak yazi mesk etmistir. Sultan Bâyezid'in, hatta olan meyli sâyesinde Amasya'da, Seyh'in etrafinda bir hat mektebi (ekol) dogmustu. II. Bâyezid, saltanata geçince Seyh, Istanbul'a davet edilerek, saray-i hümayuna hat hocasi olarak tayin edilir.

Surasi bir gerçektir ki, onun döneminde ilim ve ilim adamlarina gösterilen himâye, ilmî gelismelerde etkili olmustur. Özellikle "Fikih" denilen Islâm Hukuk Ilmi, sür'atle gelismistir. Bu ilimle söhret bulmus birçok muhterem insan yetismistir ki, bunlardan bir kismi, elçilik dahil pekçok görevde bulunmuslardir.

II. Bâyezid dönemi âlimlerinden bahseden Âsik Pasazâde, bize su örnek isimleri vermektedir: "Hocazâde, Mevlana Alaeddin Arabi, Seyyidzâde Seyyid Hamiduddin, Mevlana Kestelli, Hatipzâde, Manisazâde. Bunlara benzer azizler dahi çok vaki oldu."

Siirleri ile söhret kazanmis olan Mihrî Hatun ile Müeyyedü'd-Din, taninmis bilim adamlarindandir. Bu sonuncu zatin, ölümünde biraktigi kütüphânede yedi bin cild kitap vardi.

Hammer'in ifadesiyle "Bâyezid asrina seref veren altmis fakih arasinda ikisi diger bir sube-i malumatta yüksek söhret kazanmislardir. Buna göre II. Bâyezid çaginda tipta Hekimsah, matematikte ise Mirim Çelebi çok büyük söhret kazanmislardir. Yine bu zamanlarda, Tacî Bey'in iki oglu Cafer ve Sa'di'nin eserleri ile Osmanli yazisma (diplomatik, insa, protokol) modelleri iki iyi örnek olarak taninmistir. II. Bâyezid devrindeki Nesrî ile Idris-i Bitlisî'yi de burada tekrar hatirlamak gerekir.

Bâyezid'in, edebiyat sahasindaki himayesi, yabanci ülkelere, hatta Horasan ile Iran'in diger vilayetlerine kadar genislemisti. Büyük sair ve mutasavvif Abdurrahman Câmi ile büyük bilgin Fakih Devvânî'ye her yil para gönderiyordu ki bu, ilki için bin,ikincisi için de besyüz altin idi. Bu arada Iran Müftüsü Mevlânâ Seyfeddin ahmed ile Hadis âlimi Cemaleddin Ataullah da padisahin ihsanlarindan pay alip faydalaniyorlardi.

Kaynaklarimiz, Ibn Kemâl veya Kemâl Pasazâde diye büyük bir sahsiyetten bahsederler. 16 Nisan 1534'te vefat ettigi zaman ebced hesabiyle "Ilimler Kemâl ile göç etti"ifadesiyle tarih düsülmüstü. Bu ifadelerle düsürülen tarih, onun ilimlerdeki maharetini göstermeye yetmektedir. Gerçekten de, onun ilmî sahsiyeti hakkinda söyle denilmektedir: "Kemal Pasaoglu, eserleri ve fikir savaslari bakimindan Osmanli tarihinin mühim sahsiyetlerinden biridir. Dinî, edebî, lisanî konularda büyük eserleri, büyük ve mühim bir Osmanli tarihi, siirleri, yüzlerce risâle ve makalesi vardir. Savasi, Safevîlerin, Anadolu Türklerini bölecek bir siddetle yaptiklari propagandaya karsi olmus. O, sonu siyasî parçalanmalara kadar varacak olan dinî ayriliklari önlemistir. Bu bakimdan hizmeti çok büyüktür. Birçok eseri vardir. Bunlardan Kur'an, Hadis ve Islâm Hukuku ile ilgili olanlarin sayisi 63 rakami ile ifade edilmektedir."

Son derece vakur, sade giyinen, âbid ve zâhid bir insan olan Seyhu'l-Islâm Ebu's-Suûd Efendi, bir hukukçu olarak fikih ve fetva alaninda Islâm Hukuku'nun Osmanlilardaki uygulamasina büyük katkilarda bulunmustu. Tarihteki Islâm devletleri içerisinde, en fazla gayr-i müslim tebea (zimmî) barindiran Osmanli Devleti'nin, idarî kadrosunda da bulunan Ebu's-Suûd Efendi, fetvalarinda örf ve âdetleri de hesaba katarak uygulanabiliri tercih etmistir. Bu yüzden onun fetvalari, kanun hükmünde sayilmistir. 30 yila yakin (28 sene 11 ay) Seyhülislâmlik makaminda bulunan Ebu's-Suûd Efendi, basta padisah olmak üzere, saray ve divân erkâni tarafindan sevilip sayilan bir kimse olmustur. O, durmaksizin çalismis, kitaplar yazmis, hergün fetvalar vermis, fethedilerek devletin sinirlarina yeni katilmis olan eyâlet, bölge ve sehirlere ait kanunlastirma hareketlerinin içinde, çogu zaman da basinda olmustur. Nitekim Üsküp ve Selanik kanununun basina koydugu mukaddimesinde arazinin mirî olus sebeplerinden bahsederek, Osmanli arazisinin büyük bir kisminin, mirî arazi sekline dönüstürülmesini saglamistir.

Bilindigi gibi gerçek ilim adami, toplumun kültürel varliklarini koruyan, yayan ve onlari yasatan kimselerin basinda gelir. Ilim adami, engin bilgisi ve kültürü ile ister halk, ister belli bilgi birikimine sahip kesimlere sesini duyurabilmeli, verecegi mesaj, toplum ve devlet idaresinin ana ilkelerini belirleyebilmelidir. Bu anlayisin meydana getirdigi hareket sayesindedir ki, asirlar boyu, Müslüman Türk devlet geleneginde âlime büyük bir deger verilmis, fikir ve düsüncelerine saygi gösterilmistir.

Tarihimizde ve özellikle XV - XVI. asirlardaki Osmanli dünyasinda, ilim-idare isbirligi, baska bir ifade ile kültür devlet bütünlesmesini son derece belirgin ve çarpici örnekleriyle görmekteyiz. Öyle ki, âlim, bilgisini büyük ve mamur ülke yönünde gelistirirken, idareci de kültürel suura sahip güçlü devlet idealini, yönetici olmanin temel sarti bilmistir. Iste bu karsilikli ortak anlayis, bir yanda güçlü devlet adamlari çikarirken, bir yandan da kuvvetli ilim adamlarini fikir ve kültür hayatimiza kazandirmistir. Fikir hayatimiza damgasini vuran birçok ilim ve din adami arasinda en ünlüsü, kuskusuz XVI. asra maddî ve manevî damgasini vuran Ebu's-Suûd Efendi'dir. Kaynaklara göre, döneminde kalemle kilici birlestirmis, servet ve makamin imkânlarini en iyi sekilde ve ilmin hizmetinde kullanarak ölmez eserler ortaya koymustur. Tefsiri, kendisine hakli bir söhret kazandirmis ve kendisine "Hatibu'l-Müfessirîn" ünvanini verdirmistir.

Padisahlardan, Kanunî Sultan Süleyman'in Ebu's-Suûd Efendi'ye gösterdigi hürmet anilmaya deger. O, Kanunî döneminin en çok sözü geçen sahsiyetlerinden biri oldugu halde, politik islere karismaktan uzak durmustu. Kanunî, zaman zaman onun görüslerine basvurmus ve ugurlu olacagi düsüncesiyle Süleymaniye Câmii'nin temel atma törenlerinde, mihrabin temel tasini ona koydurmustur. Kanunî'nin, Nis'ten yazip kendisine gönderdigi ve "Halde haldasim, sinde sindasim, ahiret karindasim, Tarik-i Hak'da yoldasim Molla Ebu's-Suûd Efendi Hazretlerine..." diye baslayan mektubu, Ebu's-Suûd Efendi'nin hükümdar tarafindan ne kadar sevilip sayildigina isaret etmektedir. Kendisine gösterilen bu saygi herhalde onun ilminden ileri geliyordu. Bu saygi ve hürmet sadece hükümdar tarafindan degil, bütün devlet erkâni tarafindan gösteriliyordu. Bu arada Devlet, onun ilmî faaliyetlerine yardimci olmak için her türlü kolayligi gösteriyordu. Nitekim 972 (1564-65) tarihli bir hükümden anlasildigina göre Rodos Medresesi Müderrisi olan Bedreddin'in, Ebu's-Suûd Efendi'nin talebi üzerine onun yaninda tefsir kitabetinde bulunmak üzere Istanbul'a gelmesi gerektigi bildirilmektedir.

__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla