Papatyam Forum - Tekil Mesaj gösterimi - Osmanlı Padişahları
Konu Başlıkları: Osmanlı Padişahları
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25 February 2008, 12:38   Mesaj No:35

PESTEMAL

Papatyam Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:PESTEMAL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 145
Üyelik T.: 16 February 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3.815
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Osmanlı Padişahları

II. ABDULHAMID HAN

Osmanli pâdisâhlarinin otuzdördüncüsü, Islâm halîfelerinin doksandokuzuncusudur. Sultan Abdülmecîd'in ikinci oglu olup 1842'de dünyâya gelmistir.

Genç yasta dînî ve fennî ilimleri mükemmel bir sekilde ikmâl etti. Sâzeliyye tarîkati seyhi Mehmed Zâfir Efendi ve Kâdiriyye tarîkati seyhi Ebu'l-hüdâ Efendi'den feyz alarak zâhirdeki dirâyetini, mânevî bir kemâl ile de tâçlandirmistir.

Daha genç yasta zekâsi ve siyâsî kâbiliyetleriyle temâyüz etmis bulundugundan amcasi Sultân Abdülazîz Han, Misir ve Avrupa seyâhatlerinde O'nu da yaninda götürmüstü.

Çok nâzik idi. Herkesin gönlünü almasini bilirdi. Fevkalâde bir zekâ ve hâfizaya sâhibdi. Bir defa gördügü veya sesini isittigi kisiyi aslâ unutmadigina dâir kaynaklarda sayisiz misâller vardir. Alman birligini kurmus olan Prens Bismark rivâyete nazaran:

"Dünyâda yüz gram akil varsa, bunun doksan grami Abdülhamîd Han'da, bes grami bende, kalan bes grami da diger dünyâ siyâsîlerindedir..." demistir.

O'nun en büyük talihsizligi, devleti çok kötü sartlar altinda eline almis olmasidir. Buna ragmen hiç yilmadan, bikmadan müthis bir zekâ, sabir ve büyük bir mahâretle devleti, otuzüç sene ciddî bir kayba ugratmadan idâre etmistir.

Sultân Abdülazîz merhûm gibi büyük masraflari ve dis borçlanmayi mûcib olan harpçi bir siyâset takibi yerine, gelisen sanayî hareketleri dolayisiyla batida temâyüz etmis bulunan iki devleti karsi karsiya getirmek ve onlarin menfaat çatismalarini tahrîk ederek ülkeyi -âdetâ- bir sirat köprüsü üzerinde yürütmek, O'nun siyâsetinin temel esasi olmustur.

Bu sulhçu siyâsetin neticesinde yeni askerî yatirimlarin masrafindan kat'an nazar dis borçlarin 300 milyon altindan, 30 milyona indirilmesi saglanmistir. Abdülhamîd'in Almanlar'i Ingiliz siyâsî emellerine karsi mâhirâne bir sûrette kullanmasinin çok çesitli ve parlak tezâhürleri vardir. Medîne demiryolu imtiyâzinin Almanlar'a verilmesi ve stratejik bir mevkî olan Akabe'nin onlarin yardimiyla Ingilizler'den kurtarilmasi, bunun târihte en tipik bir misâlidir.



Abdülhamîd Han, 93 Harbi felâketinden aldigi dersle gayr-i mütecânis ve devleti parçalamaya sürükleyebilecek cereyanlarin müsâhede edildigi Meclis-i Mebûsân'i böyle bir felâkete mânî olabilmek için 1878'de süresiz olarak kapatmistir.

Mithat Pasa ve avanesinin sebep oldugu 93 Harbi felâketinin neticesinde Rumeli'de kaybedilen topraklardan pek çok müslüman ahâli, muhâcir olarak Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Bunlarin magdûriyetlerini istismâr ederek toplayabildigi bir kisim issiz-güçsüz takimiyla Çiragan Sarayi'na yürüyen Ali Suâvî, Sultân Abdülhamîd'i devirerek, bu sarayda mahbus bulunan V. Murad'i tekrar tahta geçirmeye tesebbüs etti. Sultan V. Murad, mason Mithat Pasa ve avanesi tarafindan tâ sehzadeliginden beri hususî bir sûrette yetistirilmisti. O da, akil hocasi Mithat Pasa gibi otuzüç dereceden bir masondu. Fakat hiç süphesiz bu teskîlata onun gerçek hüviyetini bilmeden girmisti. Bununla beraber serîrler, kendisi pâdisâh olsa menfûr emellerine daha kolay ulasacaklarini düsünüyorlardi. Ali Suâvî ise, Sulltan Abdülhamîd Han tarafindan Galatasaray Lisesi müdürlügünden bozuk siyâsî düsünceleri sebebiyle azledilmis bulunmanin igbirâri (gücenikliligi) ile haraket ediyordu. Gerçekten de Ali Suâvî, yavas yavas yahûdî siyâsî emellerinin hâkim olmasiyla Osmanli aleyhtarligina meyleden Ingiliz siyâsetinin kör bir âleti durumundaydi.

Besiktas muhâfizi yedi-sekiz Hasan Pasa'nin kafasina indirdigi bir sopa ile Ali Suâvî'nin can vermesi bu ihtilâl tesebbüsünün akîm kalmasini saglamistir. Ancak Sultân Abdülhamîd, bu ve benzerî vak'alar dolayisiyle mâruz bulundugu büyük tehlikeyi kavramis, devrinin sözde münevverlerinin hamâkat ve ihânetlerine ilâveten rum, ermeni ve yahûdîlerin kaynattiklari fitne kazani sebebiyle muârizlarinin "istibdâd" diye adlandirageldikleri siki bir dâhilî siyâset tâkibine mecbûr kalmistir.



Abdülhamîd Han, bu karisik iç bünyeye ragmen halkin huzûru ve ülkenin selâmetini saglayabilmek için bugünkü modern devletlere bile örnek olabilecek derecede sumüllü bir istihbarat teskilati kurmustur. Bu teskilâtta kendisine karsi bombali bir suikasti gerçeklestirmis bulunan ermeni asilli Jorris'i dahi bir istihbârât elemani olarak kullanmasi, sâyân-i dikkattir. Hattâ Ingilizler'in Madrit büyükelçileri vefât ettiginde, onun açilan çelik kasalarinda Sultân Abdülhamîd'le muhâbere hâlinde bulunduguna dâir vesâikin ortaya çikmasi, Ingilizler'i bu istihbârâtin kuvvet ve sumülü hakkinda dehsete sevketmistir. Kendisi tahttan indirildikten sonra azili muhâlifleri tarafindan Çiragan Sarayi'nin yakilmis bulunmasi da, O'nun bu müthis istihbârât teskilâti ile alâkalidir. Zîrâ bu sarayin bodrum katlari, lebâleb Sultân Abdülhamîd'e verilmis jurnallerle doluydu ve hiç süphesiz ki saray, onlari yok etmek için yakilmisti. Çünkü bu jurnaller, Ittihat ve Terakkî'nin ileri gelenlerini birbirine düsürecek mâhiyetteydi. Sathî bir nazarla bakildiginda, bunlarin birbirleri aleyhine Sultân Abdülhamîd Han'a jurnallik ettikleri ortaya çikmaktadir.

Bu jurnal keyfiyeti dolayisiyle de Sultân Abdülhamîd, muârizlari tarafindan haksiz ve çirkin bir sûrette itham edilegelmistir. Gûyâ ulu orta verilmis saçma-sapan jurnallere istinâden birçok insani sürgüne gönderdigi pek çok yazilip söylenmistir. Bu hususdaki gerçegin lâyikiyle kavranabilmesi ve merhûmun dirâyet, liyâkat ve hassasiyyetinin anlasilabilmesi için bir tek misâl zikredelim:

Birgün yüksek seviyede bir me'mûrun Çiragan Sarayi önünden geçerken gûyâ:

"–Âh Sultân Murâd Efendimiz!.. Sen basimizda olsaydin, böyle mi olurdu?!."

meâlinde bir söz söylemis oldugu yolunda bir jurnal alinmis ve bundan dolayi da o me'mûrun Fizan'a sürgün edilmesi hususunda irâde-i seniyye sâdir olmustu. Buna îtiraz eden Sadrazam Saîd Pasa:

"–Efendimiz, bu ne hâldir, anlayamiyorum?!. Bu me'mûrun takriben alti ay önce ihtilâs (rüsvet) cürmü sâbit oldugu halde onu afvetmistiniz.. Simdi ise, enti-püften bir jurnale istinâden onu sürgüne gönderiyorsunuz?!." demesi üzerine, o koca Sultân Sadrazam'a su cevâbi vermistir:

"–Hayir Pasa Hazretleri, ben onu bu jurnalden dolayi sürgüne göndermiyorum! Asil sebep, o zikrettiginiz ihtilâs cürmüdür. Esâsen bu jurnali de kasden kendim verdirttim. Lâkin onu, alti ay evvel böyle bir tertibe bas vurmadan cezâlandirsaydim, yalniz kendisini degil, çoluk-çocuk ve akrabâlarini da cezâlandirmis olurdum. Onlar da es ve dostlarina karsi mahcûb olurlardi. Simdi ise, bu adami gûyâ benim istibdâdima karsi çikmis bir insan sifatiyla kahraman telâkkî edecekler. Böyle olmasini tercih ettim!.."

Bu öyle bir hâdisedir ki, O'nun devri için sürüp gelen hakli-haksiz tenkîdlerin degerlendirilmesinde bize büyük bir isik tutar.



__________________
mzalar sifirlanmistir, lütfen yeni imzanizi belirleyiniz
Alıntı ile Cevapla