Papatyam Forum - Tekil Mesaj gösterimi - Allah Dostları Neden Ağlar?
Konu Başlıkları: Allah Dostları Neden Ağlar?
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25 August 2006, 10:50   Mesaj No:3

igzuma

Papatyam Kıdemli Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:igzuma isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Papatyam No : 778
Üyelik T.: 16 March 2006
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:Kastamonu
Mesaj: 505
Konular:
Beğenildi:
Beğendi:
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Allah Dostları Neden Ağlar?

Bir İman Abidesi

Bornova Merkez Camii’ne va’z ü nasihat dinlemek için gidenler ara sıra bir farklı ses duyarlardı… Ama bu ses üslup yönüyle sanki Hocaefendi’nin tarzını hatırlatırdı. Vurgular, ses tonu ve meseleleri tavzih, tasvir etme yönüyle hep o akıcı ve berrak üslubu tedai ettirir, çağrıştırırdı.

Hatta bazen siz dışardan bu sesi duyunca acaba o mu derdiniz.

İçeriye girdiğinizde ancak farklılığı sezer ve anlardınız. İman abidesi Mehmet Özyurt’tur konuşan.

Dimdik ve sert duruşuyla sığınılacak bir liman gibi hissederdiniz onu.

Doğuluya has şivesiyle ve esmer çehresi bir başka emniyet hissi verirdi kalblere..

O minberlerde bülbül ü hoş eda gibi şakır şakır şakırdı. Hocaefendi’nin has bir müridi olduğu her halinden belliydi. Dersini iyi aldığı, onun iman ve ihlasını damarlarına zerkettiği, hal ve tavırlarından, bedii anlatımından, içten ve samimi konuşmasından ayan beyan anlaşılırdı…

Onu namazdan sonra görenler onunla halvette bulunan ve hemdem olanlar bu kartal bakışlı adamı yakından görmenin lezzetini yüreklerinde tadarlardı.

O aşk alevlerinin yayıldığı dudakları ve sevda ışıklarının yansıdığı gözleri yakından görmek insana celal içinde cemal tadı ve lezzeti verirdi.

Hani bir yüksek dağa eremeyeceğinizi düşünürsünüz. Ama dağın size eğilmesi ve sizinle aynı sahrada yürümesi hem sizi şaşırtır, hem de sevindirir ya; işte öyle.

Uzaktan seyrettiğiniz karlı tepelerin uçlarına ellerinizle dokunabilir ve mest olursunuz. Sıcak ve velilere has yumuşaklıkta ellerini

sıktığınızda bir hoş olur, sevinçten uçarsınız ya; işte öyle…

Mehmet Özyurt heybetli ama bu heybet ve celal şimşekleri içinde cemal esintileri ve merhamet meltemleri taşıyan bir gönüldür.

O zirvelerde dolaşır ama yakına gelince asla böbürlenmez, kibrin kırıntısını bile içinde taşımaz, insanlardan bir insan olmanın sırrına ermiş bir keyfiyeti aksettirirdi.

Duruşu yine dimdik, sesi yine o azametli gök gürleyişi tonunda ama yanınızda, ama kolunuzda, omuzu sizin omzunuza yaslı bir şekilde sizinle beraber, birlikte, iç içe…

Ben onda bir iman ve ihlas deryası bulunduğunu hissederdim daima. Taklitten tahkike geçmiş bir ruhtur o. Hocaefendinin üslubunu benimsemesi ise sevgisinin işaretidir. Talebeliğinin zirve ufukta seyrettiğinin remzi, yansıması....

Seven sevdiğine benzemek ister. Ve onun gibi giyinir, kuşanır, onun gibi oturur kalkar ve onun gibi konuşur, hal ve davranışıyla sevdiğini yansıtır, nokta nokta aksettirir..

Evet o Bornova Merkez Caminin güzide hatibiydi. Asrın adamı olmadığı demler insanlara onun gönül ritmini, aşk ve sevdasını yansıtmaya çalışan bir hayırhah, bir dost, bir ümit ve aşk insanıydı.

Evet onun ölüm haberini duyunca içimde bir tel koptu. Diyarbakır’daki yangın aslında onun ömür boyu yanışının, aşk alevleriyle kavruluşunun bir müşahhas misali olmuştu.

O zaten kavrulan bir kişiydi.

Allah ve Resulü için bir ömür boyu alev alev yanmış bir kişi.

Son yangın ömrünün bir panoraması, alev ve korlarla çizilen bir ibret, ispat tablosu olmuştu.

Evet Diyar-ı Bekir’de bir sıddık gönül o gün Allah’a yürümüştü..

Ve Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar, Alilerle buluşmuştu.

Hz. Peygamber iklimindeki bu buluşma kabı kavseyn limanında bir buluşma ve vuslattı.

“Şehitler ölmez” ayetinin bir yansımasını o ölümünden sonra birkaç sefer hatırlattı. Dünyaya teşrif buyurdu. Ailesini ziyaret etti ve bu iman birlikteliğinin ebedi sürdüğünü yakınlarına tekrar tekrar bildirdi.

Şimdi Bornova Merkez Camii, bülbül-ü serzakiri ve O’na dem tutan bu güzide dosttan uzakta ıssız ve sessiz bir iklimde adeta münzeviliği yaşıyor.

Belki de o mehip yapısıyla içine kapanmış eski günlerin o lahuti seslerini özünde duyma gayreti içinde.

Bir zamanlar duvarlarında yankılanan hıçkırık seslerinin ve yakazada görünen mana üveyiklerinin siluetlerinin hasretiyle yanmakta, kavrulmakta.

Duvarlar, kubbeler ve halılar, mermerler o Gülen güneşin ve onun bu berrak aynasının yaydığı şuaları özünde taşımakta ve İzmir, İstanbul, belki de bütün Anadolu’ya hatta dünyaya şule, şule, lem’a lem’a ışımakta…

Liman

Bu limandan kalktı gemi dün gece,
Siren sesi Diyar-ı Bekir’dendir.
Yollar kıvrım kıvrım, deniz bilmece,
Giden gemi geri gelmez nedendir.

Eller sallanır bir yangın alevi,
Gözlerde yaş, dudaklarda burukluk.
Ve bir hüzün çöker ağlatır devi,
Tek teselli; ışıktan bu yolculuk.

Gemi geri dönmez ama o döner,
Acılı kalblere teselli için.
Elinde mavera kandili fener,
Işıyor çaresiz sevgili için.

Bu geliş bir muştu, bir müjde bize,
Bu yorgun mevsimler geçip gidecek.
İmanla her soluş bahara gebe,
Bizimdir, bizimdir en son gelecek.

Özyurdun evladı Mehmet Özyurt’tan,
Yakazalar hediyedir kalblere.
Belli ki vuslatta can ile canan,
Yansıyan bir gölgedir perdelere…
__________________
[size=10pt]Nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok...
Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok...
[/size]

http://img208.imageshack.us/img208/2...msultanub8.gif
Alıntı ile Cevapla