|
Deneme & Düz Yazılar Bu Bölümde Türk ve Dünya Edebiyatından Deneme ve Düz Yazılara Yer Verebilir, Yorum Yapabilirsiniz... |
|
Seçenekler |
30 March 2006, 16:17 | Mesaj No:1 |
Papatyam Site Yöneticisi
Durumu:
Papatyam No :
1546
Üyelik T.:
11 March 2005
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
|
Ay Doğar Yağmur Üstüne...
Ay Doğar Yağmur Üstüne... [size=18px]Ay Doğar Yağmur Üstüne[/size] “Yağmurlu bir günde gelmesen asla affetmeyecektim seni.” Kehribar rengi setlant kazağının kollarını çekerek, kalemini alıyor eline. Kaldığımız yerden devam der gibi bana bakıyor. Hangi şiiri arıyor ki yüzümde? Uzayan ve uzadıkça mesafelere sarkan bir zamanın neresinde yakalanır mısralar? Yarım bırakılan hangi şiir onarılabilir bunca kurak günlerden sonra… Evet çok uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Bir yaz günü polikliniğin arka bahçesindeki zeytin ağaçlarının gölgesinde içmiştik son çaylarımızı. Karalama kağıtlarının her bir yüzüne bir mısra yazmış ,gerisini getirememiştik. Gecenin üçünde ansızın uykuyu bölen mısralar yoktu ortalıkta. “Şiirle inatlaşılmaz” deyip, geçmiştik bir kalemde günlük hesaplara, kredi kartı limitlerine ve senin araba kilometrede kaç yakıyor lakırtılarına… Meğer masada ikimizden başkaları da varmış. Kalabalığı sevmiyor şiir. Yarım bıraktığımız şiirleri çıkarıyorum cebimden tomarla. Yağmur bütün öfkesini alır dostumun. Ancak böyle bir günde gidilir ona. Attığım gülden incinecek bir yürek taşıyordu çünkü. Fakat bu şehrin yağmuruna güvenilmez demiştim kendime. Bir sebep daha olmalı… Tek mısradan başka ne yetişirdi imdada. “Bana mazeret bulma.” “Yok” diyorum. “Mazeretim yok… Sanki daha dün ayrıldık bu masadan. Öyle birşey işte dostum. Zamanı algıladığımız her yerde tükeniyor şiir. Sonunda yine buradayım.” “Baksana zayıfladım bile!” diyerek üstünü düzeltiyor. “Rejimdeyim.” “Evet ,dikkat etmek gerekiyor artık yediğimize içtiğimize.” Çay ve sigaradan ödün yok ama. Onları çıkarınca hayatımızdan şiirsiz kalacakmısız gibime geliyor. Dijital fotoğraf makinesi ve kamera aldığını da ekliyor rejimine. İnsan rejim yapınca daha mı çok sever kendini? “Bir şiir söyle de çekeyim seni.” ”Ol ateş ki güle çevirir âşıkı / Gül yüzüne baktığım bağçeden.”… “Ne zaman yazdın bunu?” “Birkaç gün önce…” Kafeteryanın kapısı aralanıyor. Tıpkı şiirlerimiz gibi yarım kalıyor bu cümle de… Oysa yıldırımın denize nasıl düştüğünü anlatacaktım. Nasıl savrulduğunu gül sağanaklarının… Kapıda, kendini göstermekten aciz bir hemşire şiire karışmak istercesine; “Bahadır bey, hastanız var!” diyor. - Bağlantı kesildi. Tekrar deneyin. - “Biraz bekler misin, hemen bakıp geleceğim.” “Tabii ki” diyorum. Gözlerimdeki gül sağanağını gizleyerek “Boş durma ha, birşeyler yaz” diye de ekliyor kapıdan çıkarken. “Baş üstüne dostum.” İnce ince yağan yağmur da beni çağırıyor sanki. Öylece bırakıyorum masayı. Birkaç boş çay bardağı ve dolu bir kül tablasıyla. Hayatımızı işgal eden onca sözcüğe rağmen bir eşini bulamayan mısralarımızı da alıyorum yanıma. Bir sigara alıp döneceğim. Kaldırım taşlarına bakmadan yürüyorum. Böyle havalarda toprak kokusunu everim. Fakat ilk kez fark ettiğim bir koku bütün benliğimi uçuruyor sanki. Deniz kokusu… Zamanın dışına çekiyor adımlarımı bu koku. Yüzümün en solgun yerinden süzülerek beynimin bütün kıvrımlarına giriyor… Sesini duyuyorum. Yağmuru yineleyen sesin çağırıyor beni. Birkaç adımda bana doğru at. Neden yarım kalıyor şiirler anlarsın diyor. Bulutlar aşağı çekiyor gökyüzünü. Kimse görmemeli bir siirin nasıl tamamlandıgını dercesine.Yoksa büyüsü bozulur sözcüklerin… Denizi göremiyorum. Burada durup dönmeliyim. Bekleyenim var… Yo, hayır bu an’ı yaşamalıyım. Hem belki de operasyon falan gereklidir hasta için. İşi uzayabilir. Deniz kanıma giriyor. Ellerim cebimde denize doğruluyorum. Yola çıkınca denize varmak ne güzel şey. Bütün yollar denize mi çıkar bu şehirde? - Bilmiyorum, buranın yabancısıyım. - Yağmurun ve denizin dans gösterisi başlamış. Bu fırsat kaçırılır mı hiç? Bekle dostum. Az sonra döneceğim. Yepyeni şiirlerle. Kimse aramamalı beni… Telefonu kapatıyorum. “Bizimkiler ekmek yemeyi seviyor, bu ekmekle dört turist doyar” diyen tostçunun önünden geçerken artık bana ulaşılamıyordu. Ne var bu kadar kararacak? Gündüz ortasında kara gece gibi gökyüzü. İçine atmış yazın öfkesini belli ki. Dokunsan ağlayacak bir hali var bulutların. Bu özellikleri coğrafya derslerine asla girmez. Kümülüs denip geçilir kısaca. Ya denize olan sevdaları? O kavuşmanın etrafa yaydığı deniz kokusu… Nereye dipnot düşülür? Hangi arama motorunda rastlanır bu kayda..? Çitlembik ağaçlarının arasından bir kuru yaprak gibi savrularak usulca bir masaya düşüyorum. Çay diyorum garsona ,uzaktan sessiz sinema diliyle. Yanıma kadar gelip yorulmasına ne gerek var? Kabaran deniz başımı döndürüyor. Yağmuru rahatlatan kokusu ise çayıma karışmalı. İçmeliyim deniz kokusunu. Tekrar istemeliyim garsondan. Hem de duble. Garson, “masaya yıldırım düşmez” demişti. Öyle olmadı. Sarsıldım. Yeniden yeşerdi yapraklar dallarda. “Saçlarının haziran sarısını da sevdim.” “Son öykünü çok beğendim“ diyor. İlk kez deniz kokusuyla tatlandırılmış bir çay içiyoruz. “Yalnız, ikinci bölümde biraz felsefe yapmışsın. Öykünün doğallığına makyaj yapmışla birebir görüyorum bunu.” Denizin bir volkan üstüne yayıldığını söylesem bana ne der? Baksana nasıl kabarıyor. Etrafa rayihalar saçarak, maviye boyuyor hayallerimizi. “Gecenin üçünde yazdığın şiir de kısa ve çarpıcı.” “Senin güzelliginden bir gökyüzü yaptım çocuklara bu yüzden onlar hiçbir masala sığmadılar” böyleydi. Bir anda yıldırım düştü ve paramparçaydım. Sonra bu sözcükleri buldum yerimde. “Her zaman gelir misin buralara?” “Aksine, uzun zamandır uğramıyordum. Yağmuru bekledim hep… Sigara almak için çıkmıştım. Arkadaşım bir hastasına bakacaktı….” “Geleceğini biliyordum” diyor. Tamamlanmış şiirleri göstererek. Günbegün içinde bir sonbahar yağmuru taşıyan yarım bırakılmış şiirleri çok iyi tanıyordu çünkü. “Yıldırım denize düşünce çözülür dilin... Ve bir şair, gül yağmurundan asla kaçamaz…” Deniz mi tutuldu?.. Bu kaçıncı çay garson? (Çaykurda dostun mu var/Bizi öldürmeye kastın mı var) Bak, gün aksam olmuş söylediğin yok… Sımsıkı tutuyorum ellerini avuçlarımda. Denizin güle dönüşen kokusunu duyuyorum. Zamanın buhar olup uçtuğunu da… Biliyorum. Yüzüne bakarsam, ay doğar yağmur üstüne… Bahadır, dostum affet beni. Bak yine yağmur yağacak. O zaman geleceğim… Üstelik yarım şiir olmayacak hayatımızda. Hatta denizi tutup getireceğim masamıza. Bırak kokusu bende kalsın. Yağmuru hangi şiir çağırmaz ki… Bu sefer kağıdı büyük işte garsondan. Bize tost kağıdı getir de. Deniz tağabilir ne de olsa. Himmet Karataş
__________________
"Bilgi Paylaştıkça Çoğalır" |
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Papatyam Forum Ana Kategori Başlıkları |
Cevaplar | Son Mesajlar |
Aşk Üstüne | PESTEMAL | Deneme & Düz Yazılar | 0 | 11 August 2011 12:40 |
Yaşam Üstüne | PESTEMAL | Deneme & Düz Yazılar | 0 | 21 August 2008 19:41 |
Doğar doğmaz başını yere koyup Rabbine secde etti. | REHA | Dini Sohbetler | 5 | 28 March 2007 10:41 |
BİR AŞK ÜSTÜNE | cerenimo | Öyküler & Hikayeler | 14 | 24 April 2006 15:43 |
Bebeğiniz Doğar Doğmaz Bağrınıza Basın... | Papatyam | Kadın ve Çocuk Sağlığı | 0 | 28 February 2006 17:45 |
Tefekküre Davet Köşesi |
|
Papatyam Sosyal Medya Guruplarımıza Katılın |